Tanzimatın 2 döneme Ayrılma Nedenler
Avrupa Birliği’ne giriş için müzakerelere başlanması kararının açıklanmasıyla birlikte, Birlik’e girişin ‘taşlı yolları’nda nelerle karşı karşıya geleceğimiz de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bilmem, Avrupa. Özellikle de ingiliz basınını izleyen değerli okurlarım var mı, eğer izliyorlarsa göreceklerdir ki, Türkiye, ‘çıkmaz ayın son çarşambası’nda, o da eğer balık kavağa çıkarsa Avrupa Birliği’ne üye olabilecektir Haydi hayırlısı
Yıllardır yazıyorum ve Falih Rıfkı Atay gibi söylersem, ‘haklı çıkmaktan bıktım!’ Avrupa’nın Türkiye’yi ‘tam üye’ olarak AB’de görmeye bırakınız niyeti, tahammülü bile yoktur! Pek iyi de, 3 Ekim 2005 Lüksemburg Kararları’nın anlam ve önemi nedir? Bu kararın hiç mi anlamı yok?
Elbette var! 3 Ekim 2005, Türkiye’de II. Tanzimat Dönemi’nin başladığı tarihtir. iki adet Meşrutiyet’imiz vardı, Tanzimat’ımız ise bir tane idi. Şaka bir yana, şimdi, Avrupa Birliği’nin üyelik için müzakerelere başlanması kararı, Türkiye’de ‘II. Tanzimat Dönemi’ni başlatmıştır. Evet, Tanzimat! Zira, temelde ‘Türkiye’deki mevzuatın Avrupa müktesebatına uyumlu kılınması’ biçiminde ifade edilen durum, aslında, yeni bir Tanzimat Fermanı’nın Dibace’sinin olsa olsa ilk cümlesidir- o kadar!
ingiliz gazetelerinden söz ettim. Bakınız mesela, ingiltere’nin o anlışanlı ‘The Times’ gazetesi, deyiş yerindeyse, daha ‘bismillah’ bile demeden ve 3 Ekim kararlarının üzerinden henüz bir gün geçmişken, ‘Türkiye[nin] Kıbrıs’taki gayri meşru işgaline bir çözüm bulmak zorunda [olduğunu], Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanımak ve limanları ile havaalanlarını Kıbrıs Rum trafiğine açmak’ yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir. Bu, daha siftah! Elbette arkası gelecektir…
Arkası gelecektir, evet, zira ‘Avrupa müktesebatı’ndan neyin kastedildiğini merak edenler, ‘Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararları’nın da ‘Avrupa müktesebatı’na dahil edildiğini göreceklerdir. Bunun anlamı, söylemesi bile fazla belki, bundan iki hafta önce Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen ‘Ermeni soykırımı’ kararının ‘müktesebat’ olarak kabul edilmesidir. Bir yanlış anlaşılmayı önlemek için hemen belirtmeliyim Benim ‘Avrupa Birliği’ne ‘tam üye’ olmamıza hiç ama hiç itirazım yok. Tam tersine, bundan bahtiyarlık duyarım, duyacağım.
Gelgelelim, Avrupa Birliği’nin, Güney Kıbrıs gibi, Ermeni soykırımı gibi ve buna benzer birtakım konuları, Türkiye’ye kabul ettirmek için, Avrupa Birliği üyeliğini ‘yem’ olarak kullanmasına, ondan sonra da, bir bahane bulup (ki, Lüksemburg kararı’nda bir değil, bir’den çok bahane öngörülmüştür!) ‘seni AB’ye falan almıyoruz!’ demelerine itirazım var. Komplo teorileri ürettiğim falan yok, sadece görünen köy kılavuz istemez, diyorum, o kadar!
Şunu demek istiyorum Bütün bu tavizler alındıktan sonra, ‘Türk yasalarının Avrupa müktesebatı ile uyumlu kılınması’ sürecinin hemen kesintiye uğraması ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. Dediğim gibi, ‘bahane’ çok! Herkes biliyor ki, Fransa ve Avusturya, Türkiye’nin üyeliği konusunu referanduma sunacaklardır. Sonucun Türkiye lehine çıkacağını düşünen safdiller varsa onu bilemem, ama ‘Çerçeve Metin’de ‘imtiyazlı üyelik’in yerine, Avusturya’yı ikna için konulan ‘hazmetme’ (‘to absorb’) kavramının ne anlama geldiğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok Referandumlar olumsuz çıkarsa, ‘Eh, ne yapalım, Fransa ve Avusturya kamuoyu sizin Avrupa Birliği’ne girmenizi hazmedemiyor!’ demek için elbette…
Ben kendi payıma müzakere sürecinin kesintisiz (vetosuz!) devam etmesini diliyorum ve Türk yasalarının Avrupa müktesebatı ile uyumlu kılınmasını, elbette çok arzu ediyorum. Kısaca II. Tanzimat Dönemi’nin açılmasına bir itirazım yok. Ama, Türkiye’nin, göz göre göre aldatılmasına, birtakım siyasi tavizler alındıktan sonra, ‘tam üyelik’in ‘veto’ edilerek ‘Avrupa müktesebatı ile uyum’un ebediyen rafa kaldırılmasına itirazım var