Osmaniye Tarihi Yukarı çukurovada, ceyhan nehrinin doğu yakasında yer alan, alabildiğine geniş hinterlandıyla osmaniye ceyhan nehri, hamıs, karaçay, kesik suyu ve sabun çayları nedeniyle sulak, hem de çukurovayı doğuya bağlayan yolların kavşağında olması nedeniyle işlek bir bölgededir.
Osmaniye Tarihi
Gavur dağları tarihin en eski devirlerinden itibaren kaynaklarda yer almış ve birçok tarihi olaya sahne olmuştur. M.Ö. 3.bin yılı mezopotamya kaynaklarında eski akat ve sümer, amanum, imparatorluk devrine ait bir hitit tabletinde amana, m.ö. 4 – 7 yy. asur yazıtları da hamanu, klasik kaynaklarda maurun oros karadağ, haçlılar devrine ait batı kaynaklarında montana migra karadağ.islam kaynaklarında ise cebelül – lukkam olarak kaydedilmektedir.
Boğazköy kökenli naramsin tabletinde sedir ağacı amanos kralı iskuppu adının geçmesiyle eski dönemlerde gavur dağlarının çeşitli ağaçlar bakımından zenginliğini, bölgede M.Ö. 3. binin sonunda yerli halkın akadlarca da tanınan bir siyasi birlik oluşturduklarını görmekteyiz.
Amanos klik yasında prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı çiçeronun M.S. 51’de yazdığı mektupta da amanoslardan bahsedilmektedir.
M.S. 2. yy.de roma çağında, küllü köyün ün yakınlarında yerleşik bir toplumun yaşadığı bugün hala var olan gömütlerden anlaşılmaktadır.
Osmaniye, üzerinden doğuya giden ikinci yol, örenşar, kastabaladan gelip, kara tepe üzerinden anti-torosları aşan, halk arasında ağyol, kocayol diye bilinen yoldur.
Böylesine geniş, işlek ve sulak bir bölgenin merkezini oluşturan yukarı çukurova, doğal olarak antik çağlardan beri önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur.
Osmanlılar döneminde kınık kazası ve sınırları anadolu fatihi kutalmış oğlu, 1. rükneddin süleyman şah 1083 yılında adana, tarsus, misis ve anazarva dahil bütün çukurovayı, 17. aralık 1084 salı günü antakyayı fethetti. Böylece bütün çukurova bu tarihte, anadolu selçuklu devletinin egemenliğine girmiş oldu.
Ancak, kısa bir süre sonra, 1096da haçlıların işgaline uğramıştır. Anadolu da haçlı ordularıyla amansız bir savaşa giren selçuklular, çukurovayı biraz ihmal etmişlerdir. Bu hassas dönemde, haçlılarla işbirliği yapan ermeniler dağlardan inerek, kilikya ermeni prensliğini kurmuşlardır. Ancak hiçbir zaman tam bağımsız devlet olamayan ermeni prensliği, daima güçlü devletlere bağlı olarak yaşamıştır. Adana müzesindeki bir yüzünde ermeni prensinin, diğer yüzünde selçuklu sultanının adının yazılı olduğu sikkeler, bu görüşü destekleyen çok önemli belgelerdir.
1243 Kösedağ savaşı sonrasında ortaya çıkan moğol baskısı ile anadoluda yoğun bir nüfus hareketliliği yaşanmaya başladı. içlerinde beydili mensubu türkmenlerinde bulunduğu bir grup suriyeye göç ederek memluk devletine sığındılar. Bir memluk müellifi, moğolların baskısından kaçıp memluk devletine sığınan türkmenlerin 100 bin aile olduğunu ve sultan baybarsın bunlara gazzeden sise kozan kadar uzanan yerlerde, iktalar vermiş olduğunu söylemektedir.
Sultan baybars 1266, 1273 ve 1275 yıllarında çukurova ve çevresine türkmen atlıları ile akınlar yaptı. Bu türkmen atlıları dediğimiz ve dalga, dalga çukurovaya akın eden türkmenler, oğuzların üçok kolundan, yüreğir, kınık, bayındır ve salur boylarının mensuplarıdır.
Orta asya bozkırlarında olduğu gibi, konar-göçer yaşayan, oku ve yayı çok iyi kullanan, uzun saçlı bu türkmenlerden yüreğir oğlu ramazan, 1352 yılında, memluk devleti tarafından, çukurovadaki türkmenlerin beyliğine getirildi. Böylece 14.yy da, çoğunlukla kalelerine oturulan çukurovada, köyler ve kasabalar kurulmaya başlandı. Bu yeni uygarlık döneminde pyrmos ceyhan nehri, amanosda gavur dağları adını aldı.
Çukurovaya gelen türkmenler arasında selçuklu devletinin kurucularını ve hanedanını da çıkarmış olan kınıklar, güçlü bir boydu. Hatta 1375 yılının başlarında, ebu bekir adında beyleri ile 15.000 kınıklı kozanı sis kuşatmışlardı. Böylece kilikya ermeni prensliğini de sona erdirmişlerdi. Bu olaydan üç yıl sonra, memlukların kışkırtması sonucu, yüreğirler ile arası açılan kınıkların, büyük bir kısmı çukurovadan göç etmiştir.
Çukurovanın 1516da osmanlı devletine bağlanmasından sonra, 1521 tarihinde yapılan arazi ve nüfus yazımında, kınıkların, bir kaza kurdukları tespit edilmiştir. Üstelik kınıkların göçebe olmadıkları, yani yerleşik ve çok uygar yaşadıkları anlaşılmıştır.
Yapılan inceleme ve araştırmalarda, şimdiye kadar yeri bilinmeyen bu ünlü kınık şehrinin yerinin, bugünkü osmaniye olduğu anlaşılmıştır.
1521 Yılında, iki mahallesi olan kınık şehrinin, 1.572de beş mahallesi, 16 köyü ve 54 ekinliği mezrası olduğu belirlenmiştir. Nüfusu da 7.28i merkezde, 1.504ü köy ve ekinliklerde olmak üzere, 2.332 kişidir. aynı yıl beyliğin merkezi olan adananın nüfusu da 3981’dir.
Kınık halkının çoğunluğu çeltikçilik yapıyor, pamuk, buğday, arpa ve yulaf tarımı ile uğraşıyorlardı. Bizanslıların bazalt taşlarla yapılmış basit el değirmenlerine karşılık, çukurova türkmenlerinden kınıkların mercin çayı üzerinde ramazanoğlu vakfı ile yaptırılmış, su ile çalışan değirmenleri vardı.
Kınık şehri aynı zamanda ünlü bir ticaret merkezi ve pazaryeri idi. Adana – misis – kurtkulağı – payas hattı üzerinden geçen şam yolu ipek yolu ile buradan geçen maraş yolu tüccarları develerle, atlarla, katırlarla gelip alış-veriş yapıyorlardı. Haftada bir kurulan ve isneyn pazarı denen bu pazarda pirinç, bal, yağ, üzüm, un, pekmez, bez, arpa, keçe ve yapağı gibi çeşitli mallar alınıp satılıyordu.
1671 Yılında, isneyn pazarının da kurulduğu gün, buradan geçen dünyaca ünlü türk seyyahı evliya çelebi, pazarda 20.000 – 30.000 kişinin alışveriş yaptığını biraz abartarak belirtmiştir. Hatta müzeyyen isneyn yani güzel isneyn diyerek övmüştür. İnşallah-u taala bu isneyn bir şehr-i azim olur diye de dua etmiştir. Daha sonra isneyn adı o kadar ünlenmiştir ki kınık adıyla özdeşleşmiştir.
Mesela h.1118/ m. 1707 tarihli fermanda ifraz-ı zülkadir taifesinden mukaddema isneyn ovası civarında cibal-i saibbaya tehassun iden tacirlü cemaatlerinin biavnihi taala cemiyetlerinin tefrik ve cezaları verilmesi… denilerek, kınık yerine, isneyn adı da kullanılmış ve bur adak i asayiş sorunlarının çözümü istenmiştir.
Kanuni sultan süleyman zamanında kınık halkının, pazarının ve çeltikçilerinin hukukunu düzenlemek için, 18 madde halinde kanunname yayınlanmıştır. Mesela kanunnamenin bir maddesinde ve etraftan pazaryerine gelip dükkan kuran tacirlerden ve çerçilerden her birinden dükkan başına ikişer halebî akçe alınır imiş. Denilerek dükkan açmak isteyenlerden alınacak ücret belirlenmiştir.
1691 Tarihli sınır nameye göre kınık şehrinin sınırlarının, bugün de yukarı çukurova dediğimiz erzin, hacbel, zorkun, hınzır ve cebel üzerinden düldül dağına, ovada osmaniye, ve ceyhan nehri boyunca, ceyhan ilçesinin kuzeyinin tamamını içine alan bölgeye yayıldığı görülmüştür. Evliya çelebi de aslanlıbele geldiğinde o mahalde isneyn pazarının kınıklı kazası ve adana eyaleti hududu tamam oldu diyerek, kınıkın doğu sınırının buraya kadar geldiğini bildirmiştir.
Böylesine geniş bir bölgeye yerleşmiş olan keçe külahlı türkmen kocaları, sandal tumanlı türkmen kızlarıyla, kınıklar, çok mutlu yaşıyorlardı. Çukurovalı ünlü ozan karacaoğlan da bu dönemde yaşamıştır. Ancak celali isyanları ile başlayan yasa dışı hareketler nedeniyle, kınıkların mutluluğu uzun sürmemiştir. Dulkadiroğlu elinden ayrılıp geldikleri için ifraz-ı zülkadiriye denen aşiretlerden özellikle tecirli, cerit ve akçakoyunlular kınıka yerleşmişlerdir. Devletin aşırı vergi isteklerinden, aşiretlerin talanlarından yılan kınıklar, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğunun dağlara çekildiği söylenirse de, nereye gittikleri tam olarak bilinmemektedir.
Kınık şehrinin köylerinden olan viranşehirin toprakkalenin doğusu veya osmaniyenin kuzeyindeki örenşar denen yer laçalunun, toprakkalenin güneyindeki le çelik inabın, sakızgediği yamacındaki hanneblikeli denen yer, mercinin, halen ceyhanın kuzeyindeki aynı adla anılan köy, türkinin de, yarpuzdaki türkdüzü olduğu sanılmaktadır.
Harabeye dönen kınık şehrinden ayakta kalanlar kınık eşrafından hacı osman ağanın kendi adıyla anılan köyü, yani şimdiki hacı osmanlı mahallesi ve evliya çelebinin kınık kalesi dediği toprakkale ile karaçayda hasan dede, dereobasında pir sofu, fakıuşağında yağmur dede, toprakkalede askeri mühimmat deposunun batısındaki tepede süleyman dede, adlı kınık ulularının mezarlarıdır.
Kınık, 19. yy. da osmaniye kuruluncaya değin bir kaza merkezi olarak anılmaya devam etmiştir. Bunalım döneminde gavur dağları gavur dağları olarak ünlenen bu sıra dağlar belenden başlayıp düldül dağlarına kadar uzanırlar. bir başka ifade ile bu ünlü dağ silsilesi maraş çevresinden başlar, kuzeydoğu, güneybatı yönünde sıralanarak asi nehrine kadar ulaşır. ahmet cevdet paşanın tarifi de bu doğrultudadır.
Tarihin değişik safhalarında çeşitli isimlerle anılan bu amansız sıra dağlar, orta çağda bizans – abbasi sınırını oluşturmuş ve bizanslılar tarafından amanos dağları olarak anılmıştır. araplar ise kafir dağları demişlerdir.
Karadağ ismi ilende bir dönem bilinen bu muazzam silsile ulaşlılara yüzyıllarca yurtlukta yapma görevini ifa ettiğinden olsa gerek ulaşlı dağları olarakta anılabilmektedir. Bölge daha sonraları ise cebeli bereket olarak isimlendirilmiştir. Haziran 1941’de, ankarada toplanan 1. coğrafya kurultayı, yukarıda saydığımız gibi değişik isimlerle anılan gavur dağlarının adını, amanos dağları olarak kabul etmiştir.
Kınık şehrinin ve köylerinin terk edilmesinden sonra, başta tecirli ve ceritlerin kışlağı olan çukurova sazlık, bataklık ve ormanlık hale gelmiştir. Ahmet cevdet paşa, 1865 yılında, osmaniyeden kadirliye giderken, otların aşırı yüksekliği nedeniyle askerlerin kargılarının ucunun bile görünmediğini, öncü askerlerin otları biçerek yol açtığını, 150 yıldır sürülmemiş olan toprakların leş gibi koktuğunu bildirmiştir.
Mufassal tahrir defterleri ile ahmet cevdet paşanın verdiği bilgilerden de öğrendiğimiz üzere, 16.yy. ile 19 yy. arasına rastlayan dönem, osmanlı devletinin eski ihtişamını ve gücünü yavaş, yavaş kaybetmeye başladığı dönemdir. Batıda özellikle avusturya ve rusya ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle celali isyanları anadolu ve rumelideki toprak düzeninin bozulmasına dolaysıyla devletin yerine mahalli bölgelerde ayan ve ağa dediğimiz nüfuzlu kişilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
1735’ten birkaç yıl önce, burnaz ile kurtkulağı arasına yerleştirilen ifraz-ı zülkadiriye türkmenlerinden döngelelu, ulaşlı, çalışlu, develu ve kebelu oymakları yerlerini terk ederek okçu izzettinli kürtlerinin yaylağı olan gavur dağlarına göç etmişlerdir. Böylece bölgedeki merkezi otorite zaafı daha da hızlanmıştır. Bunun sonucu olarak merkezi otoriteden vazgeçmek istemeyen devlet ile bu nüfuzlu kişiler sonraları karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır.
Öyle ki, bu oymaklardan çıkan, samur kürklü küçükalioğulları sonradan paşa olan halil bey ve oğlu dede bey ile onun da oğlu mıstık paşalar, payasda, hacıları ve yolcuları soyarak ünlenmişler, derebeyi olmuşlardı. hatta padişah abdulazizin hediyelerini mekkeye götüren surre alayı dahi, burnazda soyulmuştu.
Gavur dağlarındaki ulaşlı oymağına mensup alibekiroğlu, karayiğitoğlu, çenetoğlu, kaypakoğlu ağaları da, küçükalioğullarının beylerine tabi idiler.
Dulkadirli eline bağlı oymaklardan bazılarının adı, yörede hala yaşamaktadır. Osmaniye gebelide kebelular, zorkunda küreciler, küllüde küşne, fenkte hacılar, bahçe / yuvaklıda yuvaklı, kapılıda söylemezli, cebelde oruçgazi oymakları yaşamış olmalıdırlar.
Osmaniyenin, kuruluşu bilindiği gibi padişah abdulaziz, devletin çöküşünü önlemek amacıyla bir dizi reform yapmıştır. Bu reformlar arasında gavur dağları, kurt dağları, kozan dağları ve kahramanmaraşa kadar olan bölgedeki türkmen isyanlarının bastırılması, zeytun ermenileri terörünün önlenmesi ile göçebe yaşayan aşiretlerin yerleştirilmesine ilişkin çalışmalar, hem ülkenin, hem de, bölgenin kaderini değiştirmiştir.
Bölgedeki isyan ve terör sorununun çözümlenmesi için askeri yönden derviş paşa, siyasi yönden ahmet cevdet paşanın yönetimindeki fırka-i islahiye adında bir reform ordusu kurulmuştur. Fırka-i islahiyenin yöredeki askeri harekatı ve reform çalışmaları mayıs 1865 muharrem 1282’de başlamış, üç yıl gibi çok kısa bir süre sonunda, şubat 1867 zilkade 1284’de tamamlanmıştır.
Bu hareket esnasında, yarpuzda ki türküdüzü çatışmalarından başka ciddi çatışma çıkmamış, ağaların ve beylerin hemen hepsi, kendi istekleriyle devlet güçlerine teslim olmuşlardır. Fırka-i islahiye de, her aşireti kendi kışlaklarına veya istedikleri yerlere iskan etmiştir. Buna rağmen dönemin ünlü halk ozanı dadaloğlunun, osmanlıya ve fırka-i islahiye ye tepkilerini anlamak mümkün değildir.
Osmaniyeyi fırka-i islahiye kurmuştur. Osmaniyenin kuruluş sebeplerinden birincisi, burada, hacı osmanlı köyü adında çok eski bir köyün olması, ikincisi, bu köyün, yörenin en saygın köyü olması, üçüncüsü ve belki de en önemli sebep burasının merkezi konumudur. Adına da zorunlu iskan nedeniyle halkın incinmiş olan gururunun okşanması için, buradaki köyün adı verilmiştir. Bir başka yoruma göre ise, osmanlı devletine duyulan saygıdan dolayı osmaniye denmiştir. Osmaniye osmanlılara ait anlamına geldiği gibi osmanlının eli, osmanlının yurdu anlamlarını da çağrıştırmaktadır.
Osmaniye, 20 ağustos 1865 26 rebiülevvel 1282’de, fırka-i islahiye, hacı osmanlı köyüne geldiği gün fiilen kurulmuştur. Ardından kaza kaymakamlık yapılmıştır. Aynı yıl, hacı osmanlı köyü halkı, şimdiki hacı osmanlı mahallesini, alibekiroğulları, bostancıdamı denilen şimdiki alibekirli mahallesini, tecirlilerden cırnazlı aşireti de, rızaiye mahallesini oluşturdular. Daha sonra kafkaslardan gelen göçmenler de, dağıstan denilen, şimdiki alibeyli mahallesini kurmuşlardır.
Tecirli, çenetoğlu ve bugünkü ceyhan ilçesinin sınırları içinde kalan cerit nahiyelerini osmaniye kaymakamlığına, osmaniye payas üzeyir sancağına, payas sancağı da, halep valiliğine bağlanmıştır. Ancak 1867de payas, kozan ve adana sancakları, halep valiliğinden alınmış, yeni kurulan adana valiliğine bağlanmıştır. Bu tarihte osmaniyenin nüfu su, nahiyeleriyle beraber 1.388 hane, yaklaşık 6.940 kişidir.
1872 Yılında osmaniyenin kaymakamı, alibeyli mahallesine de adı verilen ali efendidir. Bu tarihte ilçede 1 hükümet konağı, 1 cami, 3 mescit, 1 medrese ve 45 dükkan ile 405 hane yaklaşık 2. 025 nüfus bulunmaktadır.
Cebelibereket sancağı ve vilayetinin kurulması cebelibereket, şimdi amanos dağları denen gavur dağlarının ve burada kurulan sancağın adıdır. osmanlıca bir deyim olup, bereket dağı anlamına gelmektedir. Tanzimat fermanının, müslüman, gayrimüslim yasaklaması nedeniyle müslüman olmayanlar için söylenen gavur deyimi de yasaklanmıştır. Bu yüzden gavur dağları yerine bu dağların orman ürünlerinin yanı sıra zengin florasından dolayı, 1865’de fırka-i islahiyenin komutanları bu adı vermişlerdir.
Fırka-i islahiyenin iskan çalışmalarını tamamlayıp istanbula dönmesinden 10 yıl sonra 1877 yılında kozanda, kozanoğullarından ömer adlı bir kişinin yeniden dağlara çekilip derebeylik yapma girişiminde bulunması, yöneticileri kaygılandırmıştı. hatta bu olay üzerine kozanoğlu aşiretinin yaktığı ağıtta şöyle denilmişti.
Çıktım kozannın dağına remil attım dost bağına ne durursun kozanoğlu kaç kurtul gavurdağına cebelibereket sancağının kurulmasının bu olayla bağlantısını kuranlar vardı. Cebelibereket sancağı ıı. abdulhamitin padişahlığı zamanında, ziya paşa adana valisi iken, gavur dağlarının yönetiminin ve denetiminin daha iyi yapılabilmesi ve ziya paşanın dediği gibi, buradaki halkın hukukundan emin olması için, payas sancağı yarpuza taşınarak kurulmuştur. adına cebelibereket sancağı denmiştir.
Cebelibereket sancağının kuruluş tarihi, dönemin adana valisi ünlü şairimiz ziya paşanın, bir zaman, yarpuz orman işletme binası olarak kullanılan hükümet konağı için yazdığı altı mısra halindeki şu kitabe belirtilmiştir.
Hüda devletle han abdulhamiti payidar etsün ki ahdinde memaliki feyz ü irfana karin oldu payastan yarpuza cay-i hükümet naki idüp şimdi bu etrafın ahalisi hukukundan emin o vilayette ziya vali iken yazdı bu tarihi yapıldı. Buraya bab-ül hükümet dil-nişin oldu cebelibereket sancağı kozan, mersin ve içel sancakları ile birlikte adana vilayetine bağlanmıştır.
1881 Yılında, cebelibereketin mutasarrıfı yusuf paşa, osmaniyenin kaymakamı, rızaiye mahallesine de adı verilen rıza beydir. Bundan 111 yıl önce, rıza beyin cebelibereket mutasarrıfı, şemsettin efendinin, osmaniye kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında osmaniye şöyle tanıtılmaktadır.
Osmaniye kazası merkez-i livadan 6 saat süren bad garbide vaki rızaiye makarr-ı kaza olup kıyı köyleri cerit, tacirli, çenetoğlu nahiyelerini havidir. Rızaiye kasabasının önünde kıble canibinden karasu cereyan idüp, 7 değirmen ve 2 pirinç dingi idare eder harklara münkasim olarak pirinç ve susam vs. yetiştirir.
Bu kaza dahilinde, hamıs suyu, mercin namlarıyla büyükçe çaylar olup, ceyhan nehrine mansıb olurlar. Merkez-i kazanın havası yazın kesb-i vehamet iderek, ahali iki buçuk ve dört saatlik mesafelerdeki yaylaklara çıkarlar.
Ormanlık ve eşcar-ı müsirresi ve mahsülat-ı arzıyyesi derece-i vüstada olup, aşaire mahsus kilim , çul ve kıl inas nesh ve imal iderler.
Mezkur cerid nahiyesinin kilimleri aşairin, eskiden beri meşhur olan kilimlerinin en güzel nefisidir. Ahali-i kazanın bir kısmı rençberlik ve ziraat ettikleri gibi, kısm-ı diğeri de sığır, koyun ve keçi yetiştirirler.
1 Cami, 5 han, 3 fırın, 30 dükkan, 2 mektep, 7 değirmen, 2 dink vücuttur. Nüfus islam 7.764, hristiyan 100 cebelibereket sancağı, 1908 yılında meşrutiyetin ilanı ile birlikte, yarpuzdan önce erzine , sonra da osmaniyeye taşınmıştır. Osmaniyede merkez ortaokulunun yerindeki hanın, ilk sancak binası olduğu söylenir.
1923 Yılında cumhuriyetin ilanı ile birlikte, sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle cebelibereket vilayeti adını almıştır. Mehmet eminlerin evinin de vilayet konağı olarak kullanıldığı söylenir. Ama asıl vilayet konağı, 1930da yaptırılan bir süre de kaymakamlık olarak kullanıldıktan sonra, 1991 yılında yıktırılıp yerine özel idare işhanı dikilen binadır.
Cebelibereket vilayetinin merkezi osmaniyededir. bahçe, islahiye, hassa, payas ve ceyhan da kazaları olmuştur. 1908’den itibaren 15 yıl sancak, 10 yıl da vilayet merkezi olan osmaniye, 1 haziran 1933’de sebebi hala anlaşılamayan bir tasarrufla ilçe haline dönüştürülmüş ve adanaya bağlanmıştır.
Osmaniye, 1865 iskanından sonra coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları nedeni ile hızla gelişmiştir. 1927 Yılında osmaniyede, 35 konak, 200ü kiremit örtülü olmak üzere, 400 huğ tipi konut olduğu söylenmektedir. 1927 Yılında nahiye ve köyleri ile birlikte osmaniyenin nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778e, 1945 yılında 29.054e, 1950 yılında 34.661e ulaşmıştır.
1950’lerde Ülke çapında başlayan sanayileşme/şehirleşme sürecinde merkezi konumu, ulaşım kolaylığı ve ılıman iklimi nedenleriyle, osmaniye tarım işçilerinin göç cenneti olmuştur. İskenderun demir ve çelik fabrikasının açılması ile birlikte osmaniyeye, göç hızla artmıştır.
Tarih boyunca yukarı çukurovanın adeta devamı olan gavur dağları ve bu dağların koyaklarındaki yemyeşil yaylaları da, bölgenin en canlı turizm köşelerindendir. Osmaniye ve çevresindeki yerleşim birimlerinden her yaz sadece iki ay gibi kısa bir süre için, bu yaylalara 50.000’den fazla nüfus çıkmaktadır.
Çukurovada yayla turizmi yönünden tekir, bürücek ve namrun yaylalarının alternatifi olan zorkun, mitisin-dervişpınarı, olukb aşı, fenk, ürün, maksutoğlu ve bağdaş yaylaları alt yapılarının yetersiz olması nedeniyle kışın tamamen terk edilmektedir.
Sonuç olarak ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan yukarı çukurova, antik dönemlerde karatepe, kastabala ve toprakkale, osmanlı döneminde ise, kınık şehri ile ünlenmiştir.