Hicret Nedir
Hicret Nedir? Hicret Ne Demek? Hicret Nedir Kısaca? Hicret Ne Demektir? Hicret Hakkında Bilgi?
Hicret Nedir, islam tarihinde Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın ve Eshab-ı kiramın Mekke’den Medine’ye göçü. Hicret, lugatte göç etmek, bir memleketten başka bir memlekete gitmek manasınadır. Hemen hemen bütün peygamberler, dinin emirlerini yerine getirmek ve yaymak için hicret etmişlerdir. Bunlardan Lüt, Müsa, ibrahim ve isa aleyhimüsselamın hicretleri meşhurdur. Eshab-ı kiram da Medine’ye hicretten önce iki defa Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Ayrıca Eshab-ı Kehf’in de Allah yolunda yaptıkları hicret Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Hicri tarihin başlangıcı olan hicret, hem islam tarihinin hem de cihan tarihinin en mühim hadisesidir.
Kıyamete kadar nesh edilmeden (değiştirilmeden) baki kalacak tek ve en son din olan islamiyet, hicret hadisesi ile “devlet” olmaya doğru ilk adımlarını atmıştır. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam ve
ilk Müslümanlar; doğdukları topraklar olan Mekke’de kendilerine ve dinlerine tanınmayan hayat hakkını hicret ederek Medine’de bulmuşlar, burada çoğalıp, güçlenip kuvvetlenerek Mekke’yi ve Arabistan Yarımadasındaki birçok beldeleri fethetmişler, ilk islam Devletini kurmuşlardır. Bundan sonradır ki, önünde durulmaz islam orduları asırlar boyu dünyanın dört bir tarafına bir iman seli gibi akmışlar, islamiyetin nürunu yeryüzüne yaymışlardır. Böylece islam medeniyeti batıl dinlerin, zulmün, hakaretin ve ilimde, teknikte geri kalmışlığın pençesinde inleyen insanlığı emniyete, adalete, rahata, huzüra, dünya ve ahiret seadetine kavuşturmuştur.
Hicret’ten evvel Peygamberimiz islamiyeti, önce yakın akrabalarına anlatıyordu. Müslüman olanların sayısı çok azdı. Müslüman olanlar da Mekkeli putperest müşriklerden çok işkence ve eziyet görüyorlardı. Peygamberimize islamiyeti açıkça anlatmasını emreden; “Emr olunduğun şeyi apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir.” (Hicr süresi: 93) mealindeki ayet-i kerime gelince, açıkça islamiyete
davet başladı. Bunun üzerine müşriklerin düşmanlıkları daha da arttı. Eziyet ve işkencenin sonu gelmiyor, gün geçtikçe daha da şiddetleniyordu. Mekke, Müslümanlar için yaşanmaz bir şehir haline gelmişti. 615 yılında Peygamberimizin müsadesiyle Müslümanlardan 10 erkek ve 5 kadın, bundan bir yıl sonra da Ebü Talib’in oğlu Ca’fer-i Tayyar başkanlığında 82 erkek ve 10 kadın daha Habeşistan’a hicret ettiler. Orada rahat ve huzüra kavuştular.
islamiyetin günden güne yayılması üzerine şaşkına dönen müşrikler, bu sefer de Müslümanları Ebü Talib Mahallesinde kuşatma altına aldılar. Giriş-çıkışı yasakladılar.Yiyecek, giyecek ve hiç bir ihtiyaç maddesi sokmadılar. Üç sene büyük sıkıntılara maruz bıraktılar.
Mekkeli müşriklerin her gün artan düşmanlık ve zulümlerine rağmen Müslümanların sayısı gittikçe artıyordu. Peygamberimiz hak dini, insanlara duyurmaya ve öğretmeye sabır ve yumuşaklıkla devam ediyor, karşılaştığı herkesi, Allahü tealaya iman etmelerini, kendinin Allah’ın resülü olduğunu, putlara tapmaktan vazgeçilmesini anlatıyordu. 620 senesi hac mevsiminde Medine’den gelenlerden 6 kişi Müslüman oldular. Bir sene sonra 12 kişi olarak geldiler ve Akabe denilen yerde Peygamberimize biat ettiler. 622 yılı hac mevsiminde de 73’ü erkek 2’si kadın 75 kişi Akabe Biatını yaptılar. Peygamber efendimizin uğrunda canlarını
seve seve feda edeceklerine söz verdiler ve Medine’ye döndüler. Peygamber efendimizi de Medine’ye davet ettiler. Bundan sonra islamiyet, Medine’de süratle yayıldı. ikinci Akabe Biatını duyan Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal aldı. Müslümanlar için Mekke’de kalmak tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsade istediler. Bir gün sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir halde
Eshab-ı kiramın radıyallahü anhüm yanına gelip; “Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Yesrib (Medine)dir. Oraya hicret ediniz.” ve “Orada Müslüman kardeşlerinizle birleşin. Allahü teala onları size kardeş yaptı. Yesrib’i (Medine’yi) size emniyet ve huzür bulacağınız bir yurt kıldı.” buyurdu. Resülullah efendimizin izni ile tavsiyesi üzerine, Müslümanlar, Medine’ye birbiri ardınca bölük bölük hicret etmeye başladılar.
Resülullah efendimiz, hicret edenlere son derece ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkı tenbih ediyordu. Müslümanlar, müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük gruplar halinde yola çıkıyor, mümkün olduğu kadar gizli hareket ediyorlardı. Medine’ye ilk hicrette bulunan, müşriklerden çok eziyet görmüş olan Ebü Seleme’dir. Neden sonra işin farkına varan müşrikler, hicret etmek üzere yola çıkan Müslümanlardan görebildiklerini yoldan çevirmeye, kadınları kocalarından ayırmaya, gücü yettiklerini hapsetmeye ve çeşitli cefalar yapmaya başladılar. Onları dinlerinden döndürmek için her türlü eziyeti
yaptılar. Fakat bir iç harbin patlak vermesinden korktukları için öldürmeye cesaret edemediler. Ancak Müslümanlar da her fırsattan istifade ederek Medine’ye hicrete devam ettiler.Bu arada hazret-i Ömer bir gün kılıcını kuşandı, yanına oklarını ve mızrağını alıp Kabe’yi açıkca tavaf etti. Orada bulunan müşriklere yüksek sesle şunları söyledi: “işte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın.”
Böylece hazret-i Ömer ve yanında yirmi kadar Müslüman güpegündüz açıktan Medine’ye doğru yola çıktılar. Onun korkusundan bu kafileye hiç kimse dokunamadı. Daha sonra Eshab-ı kiramdan diğerleri de hicrete devam ettiler. Bu arada hazret-i Ebü Bekr de hicret için izin istedi. Resülullah efedimiz;“Sabreyle. Ümidim odur ki; Allahü teala bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.” buyurdu. Hazret-i Ebü Bekr; “Anam babam sana feda olsun. Böyle ihtimal var mıdır?” diye sordu. Resülullah da; “Evet vardır.” buyurunca sevindi. Sekiz yüz dirhem vererek hemen iki deve satın aldı. Beklemeye başladı. Nihayet Mekke’de Peygamber efendimiz, hazret-i Ebü Bekr, hazret-i Ali, fakirler, hastalar, ihtiyarlar ve müşriklerin hapsettiği kimseler kaldı.
Diğer taraftan Medineliler (Ensar), hicret eden Mekkelileri (Muhacirleri) çok iyi karşılayıp, misafir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi. Resülullah’ın da hicret edip, Müslümanların başına geçeceği ihtimaliyle Mekkeli müşrikler telaşa kapıldılar.Mühim işleri görüşmek için biraraya geldikleri Darünnedve’de toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Bu toplantıya şeytan da “Şeyh-i Necdi” yani Necdli bir ihtiyar kılığında, düzgün kıyafetli olarak katılmıştı. Çeşitli teklifler öne sürüldü. Hiç biri beğenilmedi. Kendisine söz verilen Şeyh-i Necdi kılığındaki şeytan onlara; “Sizin düşündüklerinizin hiçbiri O’na karşı çare değildir. Çünkü O’nun öyle güler yüzü tatlı dili vardır ki; her tedbiri bozar.Başka çare düşününüz.” diyerek fikrini söyledi. Kureyş’in
reisi ve en azılı islam düşmanı olan Ebü Cehil; “En doğru fikir şudur ki, her kabileden bir kuvvetli kimse seçelim. Herbiri ellerinde kılıçları ile Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine saldırsın. Kılıç vurup kanını döksünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz. Zarüri olarak diyete razı olurlar. Biz de O’nun diyetini verir, bu sıkıntıdan kurtuluruz.” dedi. Şeyh-i Necdi de bu fikri beğendi ve hararetle tasdik etti.
Onlar bunun hazırlığı içindeyken, Allahü teala, Peygamber efendimize hicret emrini verdi. Cebrail aleyhisselam gelerek müşriklerin kararını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi. Peygamber efendimiz hazret-i Ali’ye kendi yatağında yatmasını ve bıraktığı emanetleri sahiplerine vermesini söyledi. Geceleyin Yasin süresinin ilk sekiz ayetini okuyarak, kendisini öldürmek için evini sarmış kafirlerin üzerine bir avuç toprak saçtı ve evinden çıktı. Müşriklerden hiç kimse onu göremedi. Peygamber efendimizin saçtığı topraktan kime isabet ettiyse Bedr Savaşında öldürüldü.
Safer ayının yirmi yedinci Perşembe günü, Peygamber efendimiz ve hazret-i Ebü Bekr yanlarına bir miktar yiyecek alarak, bir kılavuz ile birlikte yola çıktılar. Bir saatlik mesafedeki Sevr Dağında bulunan mağaranın önüne geldiler. Mağara’ya Resülullah’tan izin alarak önce hazret-i Ebü Bekr girdi, içeriyi dikkatlice gözden geçirdi. Gördüğü çok sayıdaki delikleri, yılan ve akrep çıkmaması için gömleğini parçalayarak kapattı. Açık kalan bir deliği de ayağıyla kapayıp, Peygamber efendimizi içeri davet etti. Resülullah’ın içeri girmesini müteakip Allahü tealanın emriyle bir örümcek kapıya ağını ördü ve bir çift güvercin yuva yaparak yumurtladı.
Eve girip de Peygamber efendimizi yatağında bulamayan müşrikler, her tarafı aramaya başladılar. iz takib ederek mağaranın önüne geldiklerinde, bir örümceğin mağaranın ağzını örmüş ve bir güvercinin de yuva yapmış olduğunu gördüler. içeriye bakmadan geri döndüler. Allahü teala, bu mücize ile Peygamberini ve O’nun arkadaşını müşriklerin kötülüklerinden korudu. Ayaklarının ucuna baksalardı her ikisini de göreceklerdi. Bu durum karşısında, Resülullah sallallahü aleyhi ve sellem için endişelenen hazret-i Ebü Bekr’i Peygamberimiz teselli ediyor ve ona; “Üzülme, Allahü teala bizimle beraberdir.” diyordu.
Mağarada Peygamber efendimiz başını hazret-i Ebü Bekr’in dizine koyarak bir miktar uyumuştu ki, bir yılan hazret-i Ebü Bekr’in ayağını ısırdı. Izdırapla gözlerinden yaş aktı. Peygamberimiz uykudan uyanıp; “Ya Eba Bekr! Seni ağlatan şey nedir?” diye sorunca, hazret-i Ebü Bekr de; “Ayağımı bir
şey ısırdı, canım yandı. Fakat anam, babam sana feda olsun ya Resülallah!” dedi. Hemen Peygamberimiz yılanın soktuğu yere mübarek tükrüğünü sürdü ve Allahü tealanın izniyle iyileşti. Peygamberimiz ve hazret-i Ebü Bekr üç gün üç gece bu mağarada kaldı. Hazret-i Ebü Bekr’in oğlu Abdullah, Mekke’de duyduklarını, geceleyin mağaraya gelip, haber veriyor, Ebü Bekr’in azadlı kölesi ve sürülerinin çobanı amir ise geceleri süt getiriyor ve izleri kayb ediyordu.
Dört gece mağarada kalıp, Rebiülevvelin birinci Pazartesi günü mağaradan ayrılarak Medine’ye doğru yola çıkan Resülullah’ı ve hazret-i Ebü Bekr’i her yerde aramalarına rağmen bulamayan müşrikler
adeta çılgına dönmüşlerdi. En azılıları olan Ebü Cehil, Mekke civarında tellallar bağırtarak Muhammed aleyhisselamı ve hazret-i Ebü Bekr’i bulup getirenlere ve yerlerini bildireceklere 100 deve vadediyordu. Onun bu vadini duyan ve mala tamah eden bazı kimseler silahlarını alıp atlarına atlayıp yola düştüler. Bunlardan biri de Süraka idi. Peygamber efendimize yaklaşınca atının ayakları dizlerine kadar kuma gömüldü. Süraka şaşkına dönüp af diledi ve kurtulması için dua istedi. Resülullah’ın duası ile kurtuldu ve Peygamber efendimizin emri ile geri döndü. Süraka, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştur.
Peygamber efendimiz ve hazret-i Ebü Bekr yollarına devam ederek miladın 622. senesi Eylülün yirminci ve Rebiülevvelin sekizinci Pazartesi günü Medine yakınlarındaki Kuba köyüne vardılar. Bugün Müslümanların hicri güneş yılının başlangıcı oldu. Bu senenin Mayıs ayının 16. Cuma gününe tesadüf eden Muharrem ayının birinci günü de Müslümanların hicri kameri yılının başlangıcı olması hazret-i Ömer’in hilafeti zamanında söz birliği ile kabul edildi. Birkaç gün burada kalan Peygamberimiz ilk iş
olarak Kuba Mescidini yaptı. Rebiülevvelin 12. Cuma günü Medine şehrine doğru yola çıktı. Ranüna Vadisinden geçerken, öğle vakti olmuştu. Burada ilk Cuma namazını kıldı ve ilk hutbeyi okudu. Namazdan sora her ikisi ve yanındakiler develerine bindi ve Medine’nin yolunu tuttular. Medine halkı, Peygamberimizin mübarek yüzünü görebilme heyecanıyla, yolları kaplamış ve bayram sevinci yaşıyordu. Enes bin Malik, Peygamberimizin Medine’ye girdiği günden daha güzel ve neşeli bir gün görmediğini ifade eder. Kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan
- Seniyyet-ül-Veda’dan, Bedr doğdu üstümüze,
Hakka davet ettikçe, şükr vacib oldu bize - Sen bize gönderildin, Emrullahı getirdin
Medine’ye hoş geldin, şeref verir davetin
diyerek, kasideler söylüyorlardı. Medine halkı görülmemiş bir tezahüratta bulunuyor, herkes; “Bize buyrun, ya Resülallah!” diyerek, Peygamber efendimizi evlerine davet ediyorlardı. Resül-i ekrem efendimiz devesini serbest bıraktı. Deve ilk defa iki yetime ait bir arsaya çöktü ve çok durmadan kalktı. Biraz yürüdükten sonra tekrar aynı yere çöktü. Burası Peygamber efendimizin dayıları olan Neccaroğullarından Ebü Eyyüb-i Ensari hazretlerinin evine yakındı. Peygamberimiz, bu zata misafir oldu (Bkz. Ebü Eyyüb-i Ensari). Ensar (Medineli Müslümanlar) dini için vatanını terk eden muhacir kardeşlerini barındırdı, evlerine misafir etti, iş buldu, mülklerinden yer verdi ve her yardımı yaptı.
Bu tür fedakarlık ancak islam kardeşliğinde vardır. Nitekim Allahü teala mealen; “Ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurat süresi: 13) buyurarak, gerçek sevgi ve samimiyetin maddi menfaatle değil, iman ve inançla var olabileceğini buyurmuştur. Bu da açıkca Ensar ve Muhacirin’in arasında görülmektedir.
Medine’ye hicretin, islam tarihinde büyük önemi vardır. Hicret’ten sonra Müslümanlığın kolayca ve süratle yayılması sağlanmış, islam dininin merkezi Mekke’den Medine’ye nakledilmiş oldu. Ensar ve Muhacirin bu yeni islam merkezinde el ele vererek islam dininin kuvvetlenmesi için her fadakarlığa katlanıyorlar, Resülullah’ın etrafında toplanarak ve islam dininin esaslarına uyarak yeni bir nizam ve mesüd bir hayat kuruyorlardı. Eski sıkıntılı ve korkulu günler arkada kalmış, inançlarından dolayı insanlara işkence yapan müşriklerin eza ve cefa veren ellerinin uzanamayacağı Medine’de hürriyet ve emniyet havası içinde sakin, tatlı bir hayat başlamıştı. Müslümanlar bir devlet olmuşlardı. Cihad emri burada geldi. Medine’deki kabileler arasındaki kin ve düşmanlık kalktı, yerini islam kardeşliği ve sevgisi aldı.
Hicretten sonra islamiyet süratle yayıldı. Medine üzerine yürüyen müşrik orduları, yapılan savaşlarda mağlüb edildi. Daha sonra Mekke de fethedildi. islamiyet Arap Yarımadasının her tarafına yayıldı. Bundan sonra da islam orduları asırlar boyu, dünyanın dört bir yanına bir iman seli gibi aktı. islam nürunu dünyanın her tarafına yaydı.