Site icon Nedir ve Nasıl

Hazine-i Hassa

Hazine-i Hassa

Osmanlı padişahlarının şahsi gelir ve giderlerine ait işlere bakan teşkilat. Osmanlı Devleti maliyesinde iki büyük hazine vardı. Birincisi bütün devlet gelirlerini toplayıp muayyen kanunlarla mahallerine veren ve sarf eden Divan-ı Hümayün hazinesi yani dış hazine (Bkz. Hazine); diğeri ise, muayyen kanunlarla toplanarak lüzüm ve ihtiyaç halinde Divan-ı Hümayün hazinesine yardım eden iç ihtiyat hazinesi olan hazine-i hassa veya diğer ismiyle hazine-i enderün. Hazine-i hassanın idaresi sarayda bulunduğu için, hazinedar başının emrinde, Divan-ı Hümayün hazinesinin idare ve mesüliyeti ise vaziriazamın elinde bulunuyordu. Neticede ise, her iki hazine de padişaha bağlıydı.

Padişahın özel gelirlerinin toplandığı ve Enderün Mektebi odalarından hazine koğuşu efradınca muhafaza edilen hazine-i hassa, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanında kuruldu.

Hazine koğuşunun en büyük amiri, ak hadım ağalarından iç hazinedarbaşı olup, buna ser hazin-i enderün veya baş hazinedar da denilirdi. Bir de hazinenin muamelatı ile meşgul olup kayıtlarını tutan ve padişaha arz eden hazine kethüdası vardı.

Bu hazine odası kubbeli, dört geniş salondan meydana gelmiş olup, muhtelif cins nakit ile süslü altın ve gümüş kaplar, cevahir, elmas vesair eşya ile kürkler, çeşit çeşit şallar, halılar, en kıymetli elbiselik kumaşlar, cevahirli eğer takımları, kıymetli taştan yüzükler, elmaslı, altın düğmeli serasere kaplı kapaniçeler yanında başka eşyaları da bulunduruyordu. Buradaki eşyayı tesbit eden iki büyük defter vardı. Silahdar ile hazine kethüdasının muhafazası altındaki bu defterlerde defterdarın imzası da bulunuyordu.

Hazine kethüdası saraydan terfi ederek çıkacak olursa, bütün hazineyi en küçük teferruatına kadar yerine gelecek olana devretmek mecbüriyetindeydi. Hazine kethüdasının elinde enderün hazinesinin dış kapısına basacağı bir mühür vardı. Bu mühür, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferinden dönüşte kullanmış olduğu mühürdü. Kırmızı akikten olan bu mühürle Yavuz, hazine kapısının mühürlenmesini vasiyet etmiş olduğundan, bu mühür daimi sürette hazine kethüdası olanlarda dururdu. Yavuz Sultan Selim Han; “Benim altunla doldurduğum hazineyi (iç hazine) bundan sonra gelenlerden her kim mangırla doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illa benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun.” demiş olduğundan, son zamana kadar onun vasiyyetine riayet olunmuştur. Bu mührün ortasına; “Sultan Selim Şah” ibaresi ve etrafında da Sultan ikinci Bayezid’in mühründe görüldüğü gibi “Tevekküli alel-Halik” sözü yazdırılmıştır.

Hazine-i hassanın, raht-ı hümayün hazinesi, bodrum hazinesi ve ceb-i hümayün hazinesi gibi kısımları da vardı.

Raht-ı hümayün hazinesine has ahür hazinesi de denilirdi. Bu hazinede en kıymetli mücevherlerle müzeyyen murassa rahtlar (eğer takımları) bulunmaktaydı. Raht hazinesindeki mücevherat ve her nevi eşyanın defterini bir raht katibi tutardı. On yedinci yüzyıl Avrupalı seyyahlar raht hazinesinden bilhassa ve hayretle söz etmektedirler.

Ceb-i hümayün hazinesi denilen harem-i hümayün hazinesinde padişahın şahsi paraları bulunmaktaydı. Osmanlı padişahlarının haslar haricinde ikinci bir gelir kaynağı cep harçlığı olarak Mısır eyaletinden gelen varidat idi. Bu meblağ 1587 yılına kadar beş yüz bin, 17. asır başlarında ise, altı yüz bin altın idi. Bundan başka ceb-i hümayün hazinesinin kaynaklarını; harp ganimetlerinden alınan hisseler, müsaderelerden hasıl olan para, darphane hakkı ücreti ve karı teşkil etmekteydi. Harem-i hümayün hazinesinin nazırı sırkatibi idi. iç hazinenin en önemli kısmı olan ceb-i hümayün hazinesinin giderleri; harem aylıkları, çeşitli ihsanlar, bahşişler, sadakalar, fıtra, surre, hediye vs. idi.

işe yaramayan eski ve hurda eşyanın saklandığı kısma ise bodrum hazinesi adı verilirdi. Bilhassa seferler sırasında para sıkıntısı çekildiğinde bodrum hazinesinde bulunan ve kullanılmaz durumda bulunan gümüş mallardan para kesilirdi.

Dış, yani maliye hazinesinde darlık olunca bu iç hazineden ödünç para verilir ve dış hazinede gelirler toplanınca bu para yine iade olunurdu. Yine savaş zamanı sefere gidecek timarlı sipahiler, mevsim icabı henüz mahsül ve gelirlerini toplayamadılarsa, kendilerine iç hazineden borç verilirdi. Bu bakımdan iç hazine, dış hazinenin en sonra başvurulan bir finansman ve kredi kaynağı durumundaydı. Ödünç verme işlemi, veziriazam, o yoksa vekili ve baş defterdar kefaleti ile olur, durum düzelince borcun ödenmesine çalışılırdı.

On yedinci yüzyıldan sonra başlayan bunalımlı dönemlerde, özellikle sefer yıllarında iç hazineden dış hazineye verilen borç meblağında yükselmeler görüldü. Çünkü gelişen olaylar dış hazinenin takatini

aşıyor, tebeası üzerine titreyen padişah ise bu durumda bütün giderleri kendi hazinesinden karşılama yoluna gidiyordu. Padişahın verdiği paralarla askerin maaşı ödeniyor, ordu ve donanma mühimmatı alınıyor, tayinat, kale tamirleri vs. yapılıyordu.

Sultanların özel hazinesi durumunda olan iç hazine, bütün bu olumsuz şartlara rağmen, ihtişamını 19. yüzyılın sonlarına kadar sürdürdü. 1876’da, Sultan Abdülaziz Hanı tahttan indiren Hüseyin Avni Paşa ve avanesi tarafından Çırağan’da yağmalanarak ilk darbeyi yiyen bu hazine, 1909’da ikinci Abdülhamid Hanı hal’ eden (bir kısmını asi Bulgar, Sırp, Arnavud çetelerinin meydana getirdiği) Hareket Ordusu tarafından Yıldız Sarayında korkunç şekilde talan edildi. Bugün bu hazin eden kalan çok az bir parça Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenmektedir.

Exit mobile version