Harem Nedir
teşkilatlı bir hale geldi. Osmanlılarda padişah haremine Harem-i Hümayün adı verilmişti. Osmanlı Devletinin gelişmesine paralel olarak, padişahların oturduğu saraylar da büyümüştü. Bursadaki mütevazi Osmanlı sarayına karşılık, Edirnede daha teşkilatlı saraylar yapılmıştı. Fatihin istanbulu fethinden sonra ise bugünkü Bayezidde üniversitenin bulunduğu sahada bir saray yaptırıldı. Daha sonra bu sarayın yerine Sarayburnunda bugünkü Topkapı Sarayı imar edildi. Fetihten sonra Harem, Üçüncü Murada kadar eski sarayda, Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar da Topkapı Sarayında idi.
Saraylarda padişahın yakınlarının bulunduğu ve günlük hayatlarını geçirdiği kısım olan Harem gayet itinalı bir şekilde inşa, tezyin ve tefriş edilirdi.iki bölümden meydana gelen haremin birinci kısmına bazı görevliler, şehzadelere ders veren hocalar girip çıkabiliyordu. ikinci kısmı sadece kadınlara mahsustu. Buraya padişaha haram olan kadınlar giremediği gibi, yabancı hiçbir erkek de giremezdi. O yüzden Osmanlı haremini kimse girip görememiş, sonradan, yazıp söylenenler ise hayal mahsulü uydurmalardan ibaret kalmıştır.
Topkapı Sarayında Harem-i Hümayünun girişkapısı, etrafı dolaplarla çevrili olan dolaplı kubbeye açılır, buradan fıskiyeli avlu veya fıskiyeli şadırvan denen dikdörtgen avluya çıkılırdı. Avlunun sağında kulekapısı, solunda ise perde kapısı vardı. Perde kapısından sonra dar sokağa benzeyen bir geçit başlar. iki kısımdan meydana gelen haremin birinci bölümü ve haremağalarına mahsus hamam ile kızlarağası köşkü burada idi. Daha ileride harem ağalarına mahsus daireler, şehzadeler mektebi, baş muhasip ağa ve baş hazinedar ağa daireleri yer alırdı. Haremağaları dairesi bir çok oda ve koğuştan meydana gelirdi.
Şehzadeler mektebinde padişahın çocukları, yeğenleri ve amca oğulları eğitim görürlerdi. Burada ders görenler küçük yaştakiler olup, yetişkinlere hocaları dairelerine giderek özel ders verirlerdi.
Şehzadeler mektebi geçildikten sonra ileride sağda bulunan kuşhane kapısından girilince, harem ağalarının nöbet tuttukları yere gelinirdi. Haremle ilgisi olanlar bu kapıdan girip çıkarlardı. Buranın sağ tarafında uzun bir koridor olup, buraya altınyol denilirdi. Burası Hırka-i Saadet dairesine kadar uzardı.
Ortadaki kapı, Valide Sultan taşlığına açılırdı. Solda cariyeler dairesine aid olan üçüncü bir kapı daha vardı. Bu alana harem ağalarının nöbet yeri denilirdi. Burada harem ağaları sıra ile nöbet tutarlardı. Harem-i hümayün ağalarının en büyüğü kızlar ağası da denilen darüssaade ağası idi Bkz. Darüssaade Ağası. Haremin dış ile ilgisini bunlar sağlardı. Bu bölümden sonra haremin ikinci bölümü başlardı. Harem-i hümayünun bu iç kesiminde sırasıyla, çeşmeli sofa denilen yer, hünkar sofası,
hünkar hamamı, valide sultan dairesi, asmabahçe ve daha birkaç tane padişah odası yer alırdı. Harem-i hümayünda ayrıca birkaç tane de mescid vardı. Harem-i hümayünda padişah, padişah zevceleri, çocukları, hanedan üyelerinden bazı akrabaları yanında yüzlerce görevli yaşamaktaydı.
Osmanlı hareminin en yüksek makamı valide sultanlıktı. Dolayısıyla haremin fahri başı padişahın annesiydi. Haremde hünkar sofasından sonra en geniş daire de valide sultanınkiydi. Valide sultanın geniş bir cariye hizmetçi kadrosu vardı. Haremi, hazinedar usta vasıtasıyla idare ederdi. Bütün kadınlar, sultanlar, ustalar ve cariyeler kendisinden çekinirler ve sayarlardı. Haremdeki bütün işler onun emriyle yapılırdı.
Haremde valide sultandan sonra söz sahibi kadın efendiydi. Osmanlı padişahlarının hanımlarına kadın, kadın efendi denilirdi. Padişahın ilk hanımına başkadın denirdi. Başkadın diğerlerine göre üstündü. Dairesinde hizmet eden cariyeler ve kalfaları diğerlerinden fazla olurdu. Padişahın hanımlarına 16. yüzyıldan itibaren haseki de denilmeye başlanmıştır.
Başlangıcından itibaren padişahların evlilikleri husüsiyet arz eder. ilk Osmanlı padişahları, 16. asır başlarına kadar, etrafındaki Anadolu beylerinin, Bizans imparatorunun, Sırp ve Bulgar krallarının kızlariyle evlendiler. Bunlarla evlenmeleri hissi olmayıp, akrabalık yoluyla kuvvetlenmek veya miras yoluyla toprak elde etmek gibi siyasi maksatlıydı. Nitekim Germiyanoğullarından Yıldırım Bayezid
Hana gelin gelen Devlet Hatunla bu beylik topraklarından bir kısmı da çeyiz olarak verilmişti. Yıldırımın ve ikinci Muradın Sırp prensesi olan zevceleri meşhurdur. Bunların Sırbistandaki Osmanlı siyasetinin desteklenmesi husüsunda büyük rolleri olmuştur. Hatta, Fatih Sultan Mehmed Han, validem diye hitab ettiği Sırplı üvey annesinden Balkanlardaki siyasi meselelerde çok faydalanmıştır.
Bununla beraber 16. yüzyıl ortalarına kadar padişahların bu hanımları yanında cariyelerden de zevceleri vardı. Ancak Kanüniden itibaren etrafta padişahların evleneceği hükümdar ve krallık aileleri kalmadığı veya lüzum görülmediğinden, bazı istisnaları dışında artık daimi olarak cariyelerle evlenme
usülü devam etti. islam hukükuna göre hür kadınlarla olan evlilikteki tahdid, cariyelerle evlilikte konulmamıştır. Buna rağmen padişahların cariyelerle evliliği de hep belli sayıdadır. Söylendiği gibi padişahların yüzlerce cariye ile evlilik yaptığı doğru değildir. Hatta 16. yüzyıl sonuna kadar ömürleri seferlerde geçen padişahların, normal hayatlarını yaşayabildikleri bile söylenemez.
Bunlardan başka padişahlar, tanınmış ve asil bir ailenin kızıyla evlenme imkanları olduğu halde, bazı mahzurlarından dolayı bu evliliği tercih etmemişlerdir. Padişahın annesi veya zevcesi tarafından istanbulda veya taşrada akrabasının bulunması mahzurluydu. Zamanla ana tarafından akrabalar saraya dolacak, şahsi ve siyasi birtakım isteklerde bulunacaklar, arzüları yerine getirilmeyenler, padişah ile akrabalığına güvenerek birtakım entrikalara teşebbüs edecekler, neticede, o devir Avrupa devletlerinde olduğu gibi, kanlı hadiseler yüzünden devlet güvenliği sarsılabilecekti.
Padişahların haremdeki diğer aile ferdleri şunlardır Sultanlar Osmanlıların ilk devirlerinde, padişah kızlarına Selçuklularda olduğu gibi, hatun deniliyordu. Fatih devrinden sonra sultan denildi. Osmanlı padişahları kızlarına daha çok Ayşe, Hadice, Fatma, Esma, Emine gibi isimler veriyorlardı. Erkek evlada sultan tabiri isimden önce söylendiği halde, kızlarda, isimden sonra söyleniyordu. Ayşe Sultan, Fatma Sultan gibi. Sultan tabiri yalnız olarak söylendiğinde de kız evlad anlaşılmaktaydı.
Sultanlar doğar doğmaz kendisine bir daire ayrılır, emrine dadı, sütnine, kalfa ve cariyeler verilirdi. Çocuğun eğitimiyle kendi anneleri, dadı ve kalfaları uğraşırdı. Sultanlar okuma çağına gelince, derse merasimle başlarlardı. Ekseriyetle merasimlere padişah da katılır ve Besmeleyi bizzat kendisi çektirirdi. Bundan sonra husüsi hocalar tarafından okutulurlardı. Sultanların Kuran-ı kerimi doğru okumaları husüsunda titizlikle durulurdu. Sultanlara Kuran-ı kerimden sonra lüzumlu din ve dünya bilgileri de öğretilirdi. Bkz. Sultan Şehzadeler Osmanlı hanedanının erkek çocuklarına şehzade denirdi. 5-6 yaşına geldiklerinde kendilerine hoca tayin edilerek törenle derse başlarlardı. ilk dersi şeyhülislam verirdi. Sonra husüsi hocalar okuturdu. Bkz. Şehzade