Fuzüli Nedir
on altıncı asır Türk şairlerinin en büyüklerinden. Asıl adı Mehmed olup, Hille Müftisi Süleyman Efendinin oğludur. Benim doğduğum ve yaşadığım yer Irak-ı Arabdır. demesine rağmen, doğduğu şehir ve doğum tarihi bilinmemektedir. Tezkireler, bu bakımdan farklılık gösterirler. Bazı kaynaklar 1489-1494 yılları arasında doğduğunu bildirmektedir
Hayatını neyle ve nasıl geçirdiği hakkında kaynaklar açık bilgi vermemişlerdir. Bağdat ve civarında doğup büyümüş, dar bir hayat coğrafyasına karşılık ilim tahsilinden geri kalmamış ve devrinin ilimlerini öğrenmiş, hatta şiirin bile ilimsiz olmayacağı fikrini edebiyatımıza getirmiştir. Zamanın meşhur alimleri
arasına girdiği, hatta hadis, tefsir, hendese, heyet, hikmet gibi din ve fen ilimlerini tahsil ettiği, Arapça, Farsça, Türkçe eserler yazdığı kaynaklarda geçmektedir. Bağdat ve civarı manevi hava itibariyle fuzülinin şiirine olduğu kadar yetişmesine de zemin hazırlamıştır. O en azından gençlik ve tahsil
yıllarını Necef, Kerbela ve Bağdatta geçirmiş, kendisine lazım olan, hatta şiirlerine geniş ufuklar açan ilmi Nizamiye Medresesinin tesis edildiği, imam-ı Azamın türbesinin bulunduğu, Hallac-ı Mansürun asıldığı, Abdülkadir-i Geylani, Seyyid Ahmed-i Rifai, Cüneyd-i Bağdadi ve Marüf-i Kerhi gibi büyüklerin rühaniyetinin bulunduğu bu diyarda elde etmiştir.
Şiire başlayınca çeşitli mahlaslar kullanmış, başka şairlerin de bu mahlasları kullandıklarını görünce hepsini bırakarak fuzüliyi mahlas olarak seçmiştir. Fazlın cemi, yani çokluk şekli olan fuzüli şahsi üstünlüklerle ilgili veya şahsi üstünlüklere ait manasında ism-i mensüb bir kelimedir. Diğer taraftan
fuzülinin, boşu boşuna manası da vardır. Bu mana ile kelime, fani-i mutlak tabirine kadar şairi götürmekte ve mutlak fanilik olarak adının bile unutulmasını istemektedir. Bu da tasavvufi konuları terennüm eden şair için uzun bir araştırma ve düşünmeden sonra bu mahlasın seçildiğini, bunun öyle alelade alınmış ve kullanılmış
bir kelime olmadığını göstermektedir. Zaten o, bu mahlası ne ince hesaplar içinde seçtiğini Farsça Divanının mukaddimesinde Eğer başkalarının da kullandığı bir lakabı alsaydım, sözlerimden bir kısmının o mahlası kullanan öbür şairlere mal edilmesi mümkündü. O vakit bana yazık olurdu. işte sözlerimin başkalarına isnad olunmaması için kimsenin kabul etmediği ve edemeyeceği bir mahlas aldım. şeklinde anlatır.
Çocukluğunu, Irak Akkoyunlu Türk Devleti, gençlik yıllarını Safevi Hükümdarı Şah ismail devrinde, olgunluk ve ihtiyarlık yıllarını ise Kanüni Sultan Süleyman Han idaresinde geçiren fuzüli, devlet büyüklerine birçok kasideler yazmıştır. Şair, Şah ismail adına eser yazdığı halde Safevilerden ufak bir
iltifat görmemiştir. 1534 te Kanüninin Bağdatı fethi üzerine, muhteşem hükümdara sunduğu Bağdad Kasidesi en meşhur kasidesidir. fuzüliye gereken değeri veren Padişah, ona Bağdat vakfından maaş bağlattı ise de o, bu maaşı alamadı. Bu yüzden, saf müstehzi ve mütevekkil edasıyla, en güzel mensur eserlerinden olan ve Şikayetname adı ile anılan kısa mektubunu yazmıştı.
fuzüli, Bağdat fethi için giden orduda bulunan Osmanlı şairlerinden Hayali ve Taşlıcalı Yahya beylerle görüşmüş ve bu şairlerin arzüsuyla yazdığı Leyla vü Mecnün adlı mesnevisini 1535 senesinde bitirerek, zamanının Bağdat valisi Üveys Paşaya ithaf etmiştir. Bağdatın Osmanlı idaresi altındaki yıllarında, başta Üveys Paşa olmak üzere Ayas ve Mehmed paşaların himayesinde emin bir hayat süren şair, en önemli eserini de bu devirde vermiştir.
fuzüli, 1556da Bağdatta taün vebadan ölmüştür. Kerbelada bulunan türbesinin Bektaşi dergahına yakın olduğu kaynaklarda yazılı ise de, dergah ve türbe zamanla yıkılmıştır. Ölümüne Göçdi fuzüli H.963 kelimeleri tarih düşürülmüştür. Tezkireler ile tarihi ve edebi kaynaklarda Fazli adlı bir oğlu olduğu bildirilmiştir. Fazli de babası gibi şair olmakla birlikte bu sahada onu geçememiştir.
Sanat itibariyle fuzüli daha çok doğu ile batı Türklüğü arasında bir köprü teşkil eder. Aslında bunu, doğup büyüdüğü yerin her iki Türk dünyasının ortasında olması, bir de Bağdatın tarihi ve köklü bir kültür merkezi oluşu temin etmiştir. Ayrıca fuzülinin coğrafyasında cereyan eden hadiseler bilhassa Kerbela Vakasının bölgenin trajedisi olması, onu ilhamının menbaına götürmüştür. Bir ayağını çöle
atan, diğeri ile suya dalan fuzüli suyun kıymetini anlayabilen tek şair olmuştur. Suyun rahmet olması, hazret-i Muhammedin insanlara rahmet olmasıdır. Çöl için su ne ise, alem için de Resülullah o demektir. Ancak bu düşünceden hareketle, yaşanılan hayat fuzüliye, Su Kasidesini yazdırmış, yine çöle bakınca, Mecnünu ve ızdırabını o anlamıştır. Güneşin bu uçsuz bucaksız çölde tek başına dolaşmasından, Mecnünun yapayalnız kalışını o görmüştür. Şüphesiz diğer eserleri de aynı coğrafyanın verdiği ilhamdan kaynaklanmış ve fuzüliyi asrın en üstün şairi durumuna yükseltmiştir.
fuzüli, sanatını Edemem terk fuzüli ser-i küyın yarün Vetenümdür vetenümdür vetenümdür vetenüm mısralarında dile getirdiği ve sıkıca sarıldığı vatanına borçludur. Gerçekten bu vatan, fuzüliye birçok eserin yazılmasında ilham kaynağı olmuştur. Kısaca söylemek gerekirse fuzüli, vatanında sanatı ve eserleriyle karşılaşmıştır. Onu ne Tebriz ne de istanbula göndermeyen sebeplerin başında bu gelmektedir. Türkçe, Arapça ve Farsça olarak üç dilde şiir yazmasını da yine böyle bir coğrafyada doğup büyümeye borçludur. Zamanının bütün ilimlerine vakıf alim bir şair oluşu, devrinde herkesin hürmetini kazanmasına sebeb olmuştur.
Mutasavvıf bir şair olarak fuzüli, ilmin hudutları içinde tasavvufun en ince nüanslarını yerleştirmeye çalışmıştır. Büyük bir zekaya sahib olduğundan, zekası ile lirizmini bağdaştırmıştır. Şikayeti şiirlerinin, devrinde anlaşılmadığından ve sanattaki kudretinin takdir edilmediğinden kaynaklanır. Sanatındaki
sınır tanımayan inceliğe Türkçe şiirlerinde rastlanmaktadır. Zaten fuzüli, eski Türk edebiyatında hissettirmeden sanat yapan ve bu sanatların ardından nice nice ufuklar gösteren bir şairdir. O bunu biraz da kültürünün yüksekliğine borçuludur. Türk şiirinin, iran şiirini çok gerilerde bırakarak geçtiği bu
devirde, fuzülideki ince sanata iran şairlerinde rastlanmaz. O, samimi bir insan olup, hakikatı söyler. Bu yönüyle eski edebiyatın realist bir şairidir. Yaptığı en ince zeka oyunları sayesinde pek yüksek olan iç içe sanatları ve manaları asla hissettirmez. Bazı şiirlerinde tababete ait işaretler de vardır. Tababetle
de meşgul olan fuzüli, mecazi aşkın yanında hakiki aşkı bırakmayan ve baştan başa sanata yer veren, aynı zamanda rühunun hamlelerini takib eden bir şairdir. Edebiyatımızda bu yönden tek kalmıştır. Kendi iç alemini verebilmek için gazel tarzını üstün tutmuş, bilhassa Leyla vü Mecnün
mesnevisinde emsali görülmedik gazeller ortaya koymuştur. ilimsiz şiiri hor gören ve edebiyat aleminde şiirin ilme dayanması veya ilmi olması fikrine yer veren şair, imlaya da gereken değeri verir. Çünkü metinlerin nesilden nesile intikali ancak doğru ve yanlışsız yazma ile mümkündür. Bu yönüyle belki imla üzerinde duran tek şahsiyettir.
ızdırap ve insan kaderiyle doğrudan temas halinde görülen fuzüli, eski şiirin lügatını ve modalarını kendi meseleleri için kabul etmiştir. Zaten onun devri, şiir dilimizin kurulduğu, Necatiden Yahya Beye Hayaliden Usüli ve Bakiye kadar, hemen her şair ve sanatkarın bu hususta üstüne düşeni yaptığı bir
devirdir. Ancak fuzüli dile kolayca şekil alma kabiliyeti ile yumuşaklık, rahatlık ve olgunluğu getirmiştir. Şiirimizin pekçok söyleyiş mükemmelliğini kendisinde bulan şair, dil ile ustaca oynamış ve Necati ile Baki arasına kendiliğinden girmiştir. Ondaki zihnilik, mizah ve hiciv kudreti pek yüksektir. Bu sayede, hayatı ve aşkı çok ciddi açıdan göstermiştir.
Yine bulunduğu bölge tabii olarak onun, Doğu Oğuzcasını yani Azeri Türkçesini kullanmasını gerektirmiş ve onu diğer Osmanlı şairlerinden ayırmıştır. Fakat fuzüli asıl olarak, bu şairlerden belirli mazmun ve hayaller üzerinde ısrarla durmasından, söyleyiş ve duyuş tarzı ile ayrılmaktadır. Bu onun ferdiliğinin, şiirlerinde yer tutmasından başka bir şey değildir.
fuzülinin sanatında ızdırab ve insan kaderi vardır. Türk kasideciliğine hasbihal edasını getiren fuzüli, Türkçede güzel ve ince şiir yazmanın güçlülüğünü anlamış, fakat yılmadan Türkçe için çalışmıştır. Ali Şir Nevaideki Türkçe aşkı ne ise, fuzülide de aynı tutkunluk görülür. Şair Türkçe yazmakta muvaffak
olması için, Allahü tealadan muvaffak etmesini diler. Ortaya koyduğu eserleri ile Türkçeyi ne şekilde işlediğini göstermiş ve dilimiz hakkında o devirde söylenen kısır ve kaba dil fikrini ortadan kaldırmıştır. Gerçekten fuzüli ile Türkçede güller açmış, dilimizde şaheserler vücüda getirilmiş, hatta büyük şair Baki bile onun açtığı yoldan geçmiştir.
Divan şiirinin bütün büyük şahsiyetleri gibi, aynı kaynaktan feyz alan ve gerekli ilimleri tahsil eden fuzülinin üzerinde Molla Cami, Hafız-ı
Şirazi, Nizami ve Hatıfi gibi iran şairlerinin tesiri vardır. Onun tesirinde kaldığı Türk şairleri ise Habibi, Ali Şir Nevai, Lütfi ve Sekkakidir. Ayrıca Ahmedi, Şeyhi ve Necatinin de fuzüli üzerindeki tesirini belirtmek lazımdır. Onda Klasik Çağatay Türk Edebiyatının hazırlayıcısı Sekkakinin yankılandığı açıkça görülmektedir. Fakat fuzüli söyleyişte ve ince şiir
zevkınde kendisine tesir edenleri bir hayli geride bıraktığı gibi, kendisinden sonraki şairler üzerinde de etkisini göstermiştir. O, Türk şiirine en başta, Tacizade Cafer Çelebi gibi bir kaç şahsiyet bir tarafa bırakılacak olursa, şairlerin mensübu bulundukları şehre bakmayı getirmiş ve Bağdad Kasidesini yazmakla işe kendi coğrafyasından başlamıştır. Bu husus Bakiden Nedime kadar, payitaht şairlerinin
istanbul üzerine yazmalarına sebeb olmuştur. Hatta bu durum 19. asrın başında yaşayan Bitlisli Müştak Babaya kadar uzanır. fuzülinin, aşık Ömer ve Dertli gibi ön sırayı işgal eden halk şairleri üzerinde de tesiri görülmektedir.
fuzüli, yirmiye yakın eser yazmıştır. Bunların başında Türkçe, Farsça ve Arapça olan üç divanı gelmektedir. Türkçe Divanı güzel bir mensur girişle başlar. Divanın kasideler bölümünde şairin ilminin yüksekliği görülmektedir. Musammat gazel ve rubaileri daha liriktir. Bütün dehası, bu şiirlerde
belli olur. Engin bir lirizmle aşk konusunu işler, sevgilisini bir timsal halinde yükseltir. Bu divan yüzden fazla basılmıştır. Divandan seçilen şiirler, batı dillerine çevrilmiş, yüzlerce antolojiye bu eserlerden bol örnekler alınmıştır. Farsça Divanı da mensur girişlidir. Üç bin beyt kadardır. iki kere Türkçeye çevrilmiştir. Arapça Divanı ise bu dille yazılan şiirlerinin toplandığı küçük bir eserdir.
Leyla vü Mecnün Türkçe yazılmış en ünlü manzum romanıdır. Bağdat Beylerbeyi Üveys Paşaya ithaf edilmiştir. Türkçe Divanı gibi ünlüdür. Türk aleminde sevilmiş, otuz defadan fazla basılmış, Almanca, ingilizce, Rusça, italyanca ve Ermenice gibi çeşitli lisanlara çevrilmiştir.
fuzülinin bunlardan başka 134 beyitlik Enis-ül-Kalb adlı bir kasidesi, Hüsn ü Aşk başka bir adla Sıhhat ü Maraz olarak anılan tıp sahasındaki sofiyane risalesi, Peygamber efendimizi medh eden Su Kasidesi, Heft Cam adlı Sakinamesi ve Rind ü Zahid adlı eserleri yanında mektupları, bilhassa Şikayetnamesi dikkat çeker. Ayrıca mensur olarak yazdığı Hadikatüs-Süedası meşhurdur.
SU KASiDESİNDEN
Saçma ey göz, eşkden gönlümdeki odlare su,
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çare su.
Suya versün bağban gülzarı, zahmet çekmesün,
Bir gül açılmaz yüzün tek, virse min gülzare su.
arızun yadiyle nemnak olsa müjganum nola,
Zayi olmaz gül temennasıyla virmek hare su.
Gam güni itme dil-i bimardan tigün diriğ,
Hayrdur virmek karanu gicede bimare su.
Ravza-ı küyına her dem durmayub eyler güzar,
aşık olmuş galiba ol serv-i hoş-reftare su.
Su yolın, ol küydan toprağ olup dutsam gerek,
Çün rakibümdür dahi ol küya koyman vare su.
Dest-büsi arzüsıyla ger ölürsem dostlar,
Küze eylen toprağum sunun anunla yare su.
Serv şerkeşlük kılur kumri niyazından meğer,
Damenin duta, ayağına düşe, yalvare su.
içmek ister bülbülün kanın, meğer bir reng ile,
Gül budağınun mizacına gire, kurtare su.
Tiynet-i pakini rüşen kılmış ehl-i aleme,
iktida kılmış tarik-i Ahmed-i Muhtare su.
Seyyid-i nev-i beşer, derya-yı dürr-i ıstıfa,
Kim sebübdür mücizatı, ateş-i eşrare su.
Dostı ger zehr-i mar içse olur ab-ı hayat,
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mare su.
Hak-ı payıne yetemdir, ömrlerdür muttasıl,
Başını daşdan daşa urup gezer avare su.
Bim-i düzah nar-ı gam salmış dil-i süzanuma,
Var ümidüm ebr-i ihsanun sepe ol nare su.
Umduğum oldur ki, rüz-ı haşr, mahrüm olmayam,
Çeşme-i vaslun vire men teşne-i didare su.