Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi

Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi?

Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi? Türk cemiyetinin temeli Aile idi. Aile daha çok anne, baba ve çocuklardan meydana geliyordu. Evlenen kız veya erkek, ailesinden kendi hissesine düşenleri alarak ayrı ev kurardı. Aileden sonraki en büyük sosyal birlik Uruk (sülale) idi. Uruk veya soylar topluluğuna ise Boy denirdi. Boyların kendilerine ait, toprakları, başlarında boy beyleri bulunur, boy beyleriniyse aile ve uruk temsilcileri seçerdi.

Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi? Boylar birleşerek siyasi bir birlik haline gelirse buna Budun denirdi. Budunun başına geçen kimseye Han adı verilirdi. Birden fazla budun bir merkezden idare edilirse buna il denilmekteydi ki, bugünkü Devlet teriminin karşılığıdır.

Türklerin en belirgin özelliklerinden biri kuvvetli bir teşkilatçılık kabiliyetine sahip olmalarıdır. Yaşadıkları hayat da onları hürriyete, istiklale alıştırdığı için hiçbir zaman devletsiz olmamışlardır. Gerçekten Türklerin 2500 yıllık tarihlerinde devletsiz kaldıkları, yani istiklallerini kaybettikleri bir devre rastlanmaz. Dünyada daima bir veya birkaç Türk devleti bulunmuştur. Türklerde istiklale verilen değer bazı tarihi kayıtlarda görülmektedir. M.Ö. 58’de cereyan eden bir hadise dolayısıyla Çin yıllığı, Hun devlet meclisinde yapılan şu konuşmayı nakleder

Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi?

“Bizim için tabiiyet yüz kızartıcıdır. Atalarımızdan toprakla birlikte devr aldığımız istiklalimizi Çin ile uzlaşmak bahasına feda edemeyiz. Mücadele edecek savaşçılarımız hala mevcutken devletimizi korumalıyız”.

Orhun kitabelerindeyse istiklal elden gittikten sonra durum için “Beğ olmağa layık oğlun kul, hatun olmaya layık kızın cariye” olduğundan yakınan Bilge Kağan Türk devlet ve istiklalinin devamlılığına inancını şu sözlerle ifade etmiştir

“Yukarıda gök çökmedikçe, aşağıda yer delinmedikçe Türk budununun ilini, töresini kim bozabilir.”

Türk devletinin başında bulunan kimselere “Tanhu, Kağan, Han, Yabgu, ilteber” gibi çeşitli isimler verilmiştir. Bunların hükümdarlık alemetleri “taht, otağ, tuğ, davul, sorguç” gibi şeylerdi. Hükümdar tuğunun tepesinde altından bir kurt başı bulunurdu. Hükümdar yaratanın inayet ve yardımına mazhar olduğu sürece halkına iyi bakar, onu zenginlik ve adalet içinde yaşatırdı. Bunu başaramayan kağandan yaratanın, kutu, yani siyasi iktidarı geri aldığı düşünülür ve ona karşı isyan etmek meşru sayılırdı. Hükümdarlar devlet işlerinde daima büyük beylerden meydana gelen bir meclise danışırlar, onların razı olmadıkları işi pek yapmazlardı. Danışma meclislerinde herkes sözünü açıkça söyler hükümdarı dahi istediği gibi tenkit edebilirdi. Çünkü meclis üyeleri, asıl kuvvetlerini temsil ettikleri zümrelerden alırlardı. Hükümdarın idare selahiyeti bazı şartlarla tahdit edilmiştir.

Bunların başında halkı doyurmak, giydirmek, toplamak, çoğaltmak ve huzura kavuşturmak gelir. Kutadgu Bilig’te Halkın hükümdardan isteklerini a) iktisadi istikrar, b) Adil kanun, c) Asayiş olarak sıraladıktan sonra “Ey hükümdar sen halkın bu haklarını öde, sonra kendi hakkını iste.” denilmektedir.

Hükümdarların eşlerine Katun (Hatun) denirdi. Türk kağanları çoğunlukla Çinli veya diğer yabancı prenseslerle evleniyorlardı. Ancak bunlar daha çok siyasi sebeplere dayanıyordu. Ancak oğulları hükümdar olacağı için ilk eşlerini Türk kızlarından seçmeye dikkat ederlerdi. Hatunlar zaman zaman devlet işlerine karışırlar, hatta kendi başlarına hükümdar bile olabilirlerdi. Ancak onların devlet işlerine karışmaları daima şikayet konusu olmuş ve çoğunlukla kötü sonuçlar vermiştir.

Kağanların oğulları devlet işlerine alışmak üzere tecrübeli devlet adamlarının yanlarında yetişirler, sonra devletin sağ veya sol kanadına vali olurlardı. Bunlar han, şad, tigin ünvanları alırlardı.

Hükümdarın Ve Valilerin Emirleri

Hükümdarın ve valilerin emirleri altında çeşitli görevler yapan devlet memurları vardı. Sivil idarede devlet meclisi üyeleri, buyruklar (nazır, bakan), iç buyruklar (saray idaresine bakan) yanında inanç, tarkan, apa, boyla, yula, baga, ataman, tudun, yugruş, külüg, babacık vb. ünvanlarını taşıyan ve hiçbiri verasete dayanmayan devlet büyükleri bulunurdu. Devletin dış siyaset işlerini idare eden memuruna “tangucı”, Osmanlılarda “tuğracı”, hükümdarların başvezir durumundaki baş müşavirlerine ise “aygucu” denirdi.

Eski Türkler

Eski Türkler daimi olarak şehirlerde yaşamadıkları için yerleri, sayıları belli bir orduları yoktu. Esasen Türklerde herkes savaş sanatını bilir ve gerektiğinde hemen kendi beylerinin emrinde orduya katılırdı. Askerlik hizmetlerinden dolayı kimse devletten ücret almaz, savaş ganimetinden kendi hissesine düşeni götürürdü. En büyük askeri birlik 10.000 kişilik kuvvetti. Bu birliğe Tabgaçlar, Göktürkler ve Uygurlarda “tümen” adı veriliyordu. Tümenler binli, yüzlü ve onlu gruplara ayrılır ve bunların başlarına binbaşı, yüzbaşı, onbaşı denen komutanlar tayin edilirdi.

Ordular

Ordular her çağın tekniğine göre en tesirli silahlarla donatılırdı. Mesela başlıca silahları olan ok, yay ve kılıç, mızrak ve kargının yanında kumandanlarda neft atan yangın mermili mancınıklar, subaylarda görülmemiş savaş aletleri bulunuyordu. Savaşta düşmana en şiddetli darbeyi vuranlar okçu süvari birlikleriydi. Bunlar yıldırım hızıyla düşman birliğine ok yağdırıp şaşkına çevirirler, sonra öbür birlikler düşmanı çevirerek imha ederlerdi. Savaş sırasında yarım ay biçiminde açılırlar merkezdekiler geri çekiliyormuş gibi görünür ve onları takip eden düşman, sol ve sağ kanatların kapanmasıyla çevrilmiş olurdu. Bu savaş usulüne Türkler kurt oyunu adı verirlerdi. Türk ordularının en önemli özelliklerinden biri de disiplindi. Savaşta bir asker komutandan gelen emri eksiksiz yerine getirmekten başka birşey düşünmezdi.

Diğer taraftan etrafları daima düşmanla çevrili bulunan Türklerin rahat ve emin olabilmeleri disiplinli bir şekilde birlik ve beraberlik içinde yaşamalarıyla mümkündü. Bu itibarla Türk ülkelerinde nizam ve intizam sağlıyan töre herşeyden önce gelirdi. Türk töresi bugünkü gibi yazılı kanunlar halinde olmayıp örf ve adet şeklinde çok sağlam olarak yerleşmişti. Her mevzuda törenin ne olduğunu küçükler büyüklerden öğrenerek ve yaşayarak yetişirlerdi. Gerek kağanın başkanlık ettiği siyasi mahkemelerde, gerek öbür yargıcıların idare ettiği normal mahkemelerde törenin hükümleri hiç şaşmadan uygulanırdı.

Töreye hükümdar da karşı gelemezdi. Töreye muhalif düşen kağanlar tahtlarından indirilir, hatta idam edilirlerdi. Türk töresi oldukça sert ve kesin hükümler ihtiva ederdi. Cezaları ağırdı. Ancak töre, Türk cemiyetinin belkemiğini teşkil ettiği için kimse bu cezaları haksız ve adaletsiz görmezdi. Zaten törenin daima doğru ve adaletli olanı emrettiğini herkes baştan kabul ederdi. Öyle ki, Türk töresi milletin yüzlerce yıllık hayat tercübesinden süzülmüş kaidelerden ibaretti.

Eski Türklerin Dinleri

Eski Türklerin dinleri, hangi din üzere oldukları bugün hala tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Eski Türklerden günümüze bu bilgileri ortaya çıkaracak yazılı metinlerin gelmemesi doğru veya yanlış pekçok değerlendirmelerin yapılmasına sebep olmaktadır. Mesela Oğuz boylarında bir orgon/uğur kabul edilen kuşlar, Totemcilik olarak açıklanmıştır. Oysa Totemcilik sadece bir hayvanı ata tanımaktan, yani ona değer vermekten ibaret değildir. Bir inanç sistemi olarak onun ictimai ve hukuki cepheleri de vardır ki, sistemin yaşaması için bu şartların tamam olması gerekir. Bu bakımdan bunları eski Türklerde Totemcilik inancı ile izah etmek mümkün görünmemektedir.

Birçok tarih kitabındaysa eski Türklerin Şaman dinine sahip oldukları iddia edilmektedir. Aslında Şamanlık bir din olmayıp sonradan Türklerin dinine karışmış bir hurafe durumundadır. Türkler, Tunguzca bir kelime olan “Şaman” yerine “kam” kullanırlardı. Kam tabiat-üstü kuvvetlerle temasa geçebilen insandır. Bunlar kendilerine göre bir takım usullerle trans haline girer, yani kendilerinden geçer ve normal insanların görüp işitmediği şeylerden haber verirlerdi. islamiyetten önce Arabistan’daki kahinlere benzeyen bu kişiler yani kam veya şamanlar din adamı olmaktan ziyade birer kabile büyücüsü durumundaydılar. Gelecekten haber verirler, hastaları iyileştirirler, ruhlar aleminde neler olup bittiği hakkında ileri geri konuşurlardı. Bu büyücülere olan inancı din gibi görmek de meseleyi içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

Bugün kesinlik kazanan bilgilere göre Türkler Tengri (Tanrı) dedikleri bir yaratıcıya inanmaktaydılar. Tanrının iradesinin üstünlüğüne inanılır, her işte onun rızası düşünülürdü. Kaza ve kadere inanırlar, Yaratan öyle istediği için bir işin öyle olduğunu kabul ederlerdi. Bu yaratıcıya Gök-Tanrı denildiği de olurdu. Bazıları bu sebeple Tanrının gökyüzü olduğunu belirttiler. Oysa Orhun Kitabelerinde “Üstte mavi gök, altta yağız yer yarattıkta ikisi arasında insanoğlu yaratılmış” denilerek bunların mahluk oldukları belirtilmiştir. Yine onların “Tanrı yapar, Tanrı yaşar” inancına göre Tanrı mahluk değil yaratandır. Dolayısıyla Gök-tanrı meselesinin Gökyüzünü tanrı olarak kabul etmek değil olsa olsa yanlış bir inanışla Tanrının gökyüzünde, yani üstte olduğunu kabul etmek gibi bir düşünceyle ortaya çıktığı kabul edilebilir. Nitekim bugün dahi çok yanlış ve söylenmesi çok tehlikeli olan “Üstümüzde Allah var!” sözü bazan kullanılmaktadır.

Eski Türklerde Ahlaki Prensipler

Diğer taraftan eski Türklerde ahlaki prensipler bakımından zina etmek, yalan söylemek, dedikodu yapmak, düşmanları bile olsa başka bir kimseyi aldatmak, zulüm etmek, hırsızlık yapmak gibi hususlar büyük suç olarak kabul edilip bunları yapanlar çok ağır cezalarla cezalandırılırlardı.

Yukarıda belirtilen temel itikadi ve ameli esaslar islamiyetle büyük bir benzerlik göstermektedir. Cenab-ı Hakk’ın her kavme ve millete peygamber gönderdiği bilindiğine göre hazret-i Nuh’un oğlu Yafes’in evlatları olan Türklere de peygamberler geldiği ve bunlara doğru yolu gösterdiği çok büyük ihtimal dahilindedir. Ancak bu peygambere veya yol göstericiye Türklerin ne isim verdiği üzerinde durulmalıdır. Nitekim uçmak (Cennet), tamu (Cehennem), yükünç (secde, namaz), uluğ-gün (kıyamet), yek (şeytan), yazuk (günah) ıstılahlarının her biri islamiyette de görülmektedir. Bu durumda Türklerin, sonradan zalim hükümdarlar veya bozuk din adamları eliyle dinlerine hurafeler, yanlış fikirler katıldığı anlaşılmaktadır.

Göktürklerin ilk yıllarında Budistler onların ülkelerinde tapınaklar kurmaya ve taraftar toplamaya başladılar. Mukan Kağan’ın ölümü üzerine onun yerine geçen Taba Kağan (572-581) Budist rahiplerini ve onların tapınaklarını aziz kılmaya başlayınca beyleri bu işe karşı çıktı. Aynı şekilde Bilge Kağan, Tao dininin ve Budizmin Türkler arasında yayılmasına göz yumunca Bilge Tonyukuk karşı gelerek, bu dinlerin Türk milletini uyuşturacağını belirtti ve engelledi.

İlk Defa Uygur Kağanı

ilk defa Uygur Kağanı, Böğü Kağan (759-779) Tibet Seferi sırasında Mani dinini kabul etti ve halkı bu dine çevirmeleri için yanında mani rahipleri getirdi. Uygur Devleti böylece resmen Mani dinine girdi. Daha sonra Uygurların bir kısmı Budist oldular. Avrupa’ya giden Türklerden Hazarlar Musevi dinine girdiler. Avrupa’daki diğer Türk kavimleriyse Hıristiyanlaşarak milli benliklerini kaybettiler.  Eski Türklerde Devlet Teşkilatı Yönetimi?

Ayrıca kontrol et

Melikşah Hayatı

Melikşah Hayatı, Melikşah Kimdir?

Melikşah Hayatı Sultan Alp Arslan’ın oğlu türk Selçuklu Hükümdarı Melikşah, 1055 yılında İsfahan’da doğmuş, 1092 …