Site icon Nedir ve Nasıl

Erzurum Kongresi

Erzurum Kongresi

Erzurum Kongresinin hazırlıkları devam ederken Mustafa Kemal Paşaya yaptıkları baskılarda devam ediyordu. zamanın Harbiye Nazırı Ferit Paşa Mustafa Kemalden istanbula geri dönmesini istemektedir. Padişah ise eğer isterse hiçbir işe karışmadığı sürece Anadoluda kalabileceğini istanbula dönmesinin şart olmadığını belirtir

Fakat daha sonra hem Ferit Paşa hem de Padişah Mustafa Kemale istanbula geri dönmesi için çağrı yaparlar. 8 Temmuzu 9 Temmuza bağlayan gece yaklaşık olarak 1 aydan beri sahneye konulmakta olan oyun sona erer ve Mustafa Kemal Paşa istanbula dönmeyeceğini tebliğ eder.

Hükümetin kendisini resmi görevinden alması ile birlikte Mustafa Kemal Paşa önce Harbiye Nazırı Ferit Paşaya yaklaşık 10 Dakika sonrada Padişaha yanlızca resmi görevinden değil aynı zamanda Askerlik mesleğindende çekildiğini bildiren faksları çeker. Bu noktada dikkat çekici bir hususta Padişahın hatıralarında yer aldığı üzere Damat Ferit Paşanın bir ara Anadoludaki mücadeleye katılmak maksadı ile Anadoluya geçtiği ancak Mustafa Kemalin talimatı gereği mücadele ye katılma isteğinin geri çevrilmiş olduğudur.

9 Temmuz 1919 Tarihinde Mustafa Kemal Ulusa Gelişmeler ile ilgili Bir Açıklama Yapar Kutsal yurdu ve ulusu parçalanmak tehlikesinden kurtarmak Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan ulusal mücadele uğrunda ulusla birlikte serbestçe çalışmaya resmi ve askerlik sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu sebepten dolayı resmi görevimden ve askerlik mesleğinden bugün istifa ettim. Bundan sonra kutsal ulusal amacımız için her türlü fedekarlığı göze alarak çalışmak üzere ulusun bağrında bir mücahit olarak bulunduğumu bildiririm.

Gelişen Olaylar Ve Bağımsızlık Mücadelesi ile ilgili Hissiyatını Mustafa Kemal Şu Cümlelerle Açıklayacaktır Ulus ve yurt uğrunda kazanılan rütbe ve refahın bir önemi ve kutsallığı vardır. Biz bunlardan ancak yine bu kutsal ulusa ve yurda borçlu olduğumuz son bir namus görevini yerine getirmek için ayrıldık. Ulusun kendi hayatını kurtarmak kendi meşru hakkını savunmak için çıkardığı sese katılmak her kendini bilen yurttaşın görevidir. Eğer bu ulus ve bu yurt parçalanacak olursa şerefsiziliğin yıkıntısı altında şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz ulusal onuru kurtarabilmek için harekete geçen ulusa ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel olabilecek kişisel rütbeleri mevkileri de ulusal onuru kurtarmayı amaçlayan bir gaye uğruna feda ettik.

Bütün bu gelişmeler olurken Erzurum Kongresinin, hazırlıkları da tamamlanmak üzeredir. Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye

Cemiyetinin Erzurum şubesi Mustafa Kemal Paşadan yönetim kurulu başkanlığını ve dolayısıyla cemiyetin başına geçmesini isterken istanbulda genel merkez kendi adına söz söyleme yetkisinin Mustafa Kemal Paşaya verilmesini istemektedir.

Ayrıca mücadelenin başından beri Mustafa Kemalin yanında olan Kazım Karabekir Paşa kendisinin ve kolordusunun Mustafa Kemal Paşanın emrinde olduğunu açıklar Ali Fuat Paşa ve Rauf Beyde Mustafa Kemalin yanında olduklarını açıklarlar.

Ortadaki tek engel delegelik sorunudur. Bu sorunda kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Binbaşı Kazım Bey ve Dursunoğlu Cevat Beyin delegelikten seçilmeleriyle çözülür.

Mustafa Kemal Paşanın kongreye katılabilme sorununun çözülmesinden sonra kongreye kimin Başkanlık edeceği tartışılmaya başlanır.

Delegelerin bir bölümü askerlerin kongreye girmesine kongrenin askerlerin baskı ve etkisinin olmadığını göstermenin yararlı olacağı görüşündedirler. Ancak Mustafa Kemal Paşa artık bir Asker değildir ve kongrenin başlaması ile beraber oybirliği ile kongre başkanlığına seçilecektir. Artık sıra Mustafa Kemal Paşanın cemiyetin yönetim kurulu demek olan Heyet-i Temsiliyeye seçilmesinin doğru olup olmadığını tartışmaya gelmiştir. Mustafa Kemalin Heyet-i Temsiliye girmesinin sakıncalı olacağını düşünenler başlatılan ulusal hareketin ve çalışmaların tümüyle ulustan kaynaklandığını göstermekte yarar olduğunu hareketin başında isyancı olarak kabul edilen bir kişinin bulunmasının bu girişimin ulusal değil kişisel nedenlerden kaynaklandığı yolunda polemiklere yol

açabileceğini ve bunun yabancı güçler ve kötü niyetli kişiler tarafından provoke edilebileceğini düşünmektedirler.

Mustafa Kemal Paşa ise Başka Türlü Düşünmekteydi Ve Nutukta O Zamanki Düşüncelerini Şöyle Açıklamaktaydı Her şeyden önce ben ne olursa olsun kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim çünkü zaman geçirmeksizin ulusal iradenin faaliyete geçirilmesini ve ulusun doğrudan doğruya fiilen ve silahlı önlemler almağa başlamasını sağlamanın zorunluluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için kongreyi bizzat idare ederek

çalışmayı ve üyeleri aydınlatmayı elzem görüyordum Bundan başka daha Amasyada iken kararlaştırdığım ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurduğum Sivas Genel Kongresinin toplanmasını sağlamak bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek sonra yalnız Doğu illerini değil yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlılıkla savunma ve kurtarma yollarını bulmak gibi işleri herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundayım.

Çünkü bende böyle bir kanaat olsaydı işe girişeceğim Güne kadar bu konuda girişimde ve faaliyette bulunanların çalışmalarının sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmezdim. Hükümete Padişah Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Aksine ben de bazı iki yüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan o günün ordu müfettişliğini ve Padişah hazretlerinin yaverliği ünvanın elden bırakmazdım.

Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve Askeri işlerin başına geçmemde kuşkusuz sakınca vardı. Ama o sakınca başarısızlığa uğradığımda benim herkesten önce ve herkesten çok en ağır cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi Oysa bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm ve kalımı söz konusu olurken yurtseverim diyenlerin kendi sorunlarını düşünmeğe yer var mıdır

Ben bazı arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntuya uysaydım iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı.

Birincisi düşüncelerimde kararlarımda ve bütün kişiliğimde tutarsızlık ve yetersizlik olduğunu itiraf etmekti ki bu husus benim vicdanen üstlendiğim görev bakımından düzeltilmeyecek bir hata olurdu. Tarih tartışılmaz bir biçimde ortaya koymuştur ki büyük işlerde başarı için gücü ve yeteneği sarsılmaz bir başkasının varlığı çok elzemdir

Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada yurtseverim diyen bin bir çeşit kişinin bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda birçok hatırlı ve imtiyazlı kişilerin sözlerine uyma zorunluluğuna inanarak korkusuz yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi Tarihte böylece amaca ulaşmış bir toplum gösterilebilir mi

ikincisi ulus yurt siyaset ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden kurulması olasılığı bulunan herhangi bir Heyet-i Temsiliyeye söz konusu görev bırakılabilir miydi Bırakıldığında yurdu ve ulusu kurtaracağız dediğimiz zaman ulusu ve kendimizi aldatmayacak mıydık Böylesine bir heyete perde arkasında yardım edilebileceği düşünülse bile bu yol güvenceli sayılabilir miydi

Nitekim tarihin akışı içinde gelişen olaylar Atatürkün bu düşüncelerinde haklı olduğunu gösterecektir Sivas Kongresi 23 Temmuz 1919 da Erzurum Kongresi toplandı. Artık bütün vatanseverler Atatürkün etrafında kenetlenmişlerdi.

Erzurum kongresinde bir yandan vatanın ayrılmaz bir parçası olan Doğu illeri halkının düşmanla mücadele için elbirliği ile çalışacağı kararlaştırılmış bir yandan da milli bir istek olarak istanbuldaki Meclis-i Mebusanın toplanıp gereken önlemleri alması gereği vurgulanmıştı.

Erzurumda başlayan yerel kongre akımı Batıda Yunan tehdidi altında bunalan Marmara ve Ege bölgelerinde devam etti. 26 Temmuz 1919 da Balıkesirde 6 Ağustosta Nazillide 16 Ağustosta Alaşehirde kongreler toplandı. Bu kongreler sonucunda Kuvayi Milliye adı altında vatansever milis güçleri kuruldu.

4 Eylül 1919 da ise milli egemenlik ilkesine dayalı yeni Türk Devletinin kuruluşuna temel olan Sivas Kongresi toplandı Kongrede vatanın bölünmez bir bütün olduğu konusunda millet temsilcileri ortak bir karara vardılar. Ülkedeki tüm yerel direniş örgütleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirildi. Başkanlığına da doğal olarak Mustafa Kemal Paşa seçildi. Kongre sonucunda oluşturulan Heyet-i Temsiliye milletin isteklerini yansıtan bir nitelik kazandı. Ancak istanbul yönetiminin ruhsal ve duygusal ağırlığı henüz devam ediyordu.

Bundan dolayı Sivas Kongresi Mustafa Kemal Paşanın istediği kuruculuk niteliğini gösterememiş vatanın kurtuluşu için bir an önce Meclisi Mebusanın toplanmasını padişaha bildirilmesine karar vermişti.

Ancak bu karar da önemli bir adımdı. Kurtuluş mücadelesi ve milli egemenliğe geçişin ikinci evresi de tamamlanmıştı. Üçüncü aşamada ise milli egemenliğin gerektirdiği tüm ilke ve değerlere sahip bir büyük Meclisin kurulması ve Kurtuluş Savaşının milli güçlere dayalı olarak kazanılması süreci başladı.

Sivas Kongresi sonuçları ülke çapında büyük coşkuyla karşılanmış milli hareketin her yerde egemen olduğu düşüncesi giderek güç kazanmıştı. Atatürk 27 Aralık 1919da Ankaraya geldi. Kurtuluş Savaşının ve yeni kurulacak milli Devletin merkezi yönetim yeri de belli olmuştu.

Sivas Kongresi kararına uygun olarak son Osmanlı Meclis-i Mebusanı 12 Ocak 1920 de toplandı. Ancak Meclis içindeki vatanseverler bütün çabalarına rağmen padişahın egemenliğine dayalı sistemin ortam ve alışkanlıklarını yok edemediler. Bu durum Meclis-i Mebusana bağlanan son ümitleri de yıktı. Ama yine de anayasal nitelikte önemli bir karar alınabildi. 28 Ocak 1920 tarihli bu karar ulusal and anlamına gelen Misak-ı Milli idi.

Misak-ı Milli ulusal and daha Erzurum Kongresi, sırasında biçimlenmeye başlanmış Sivas Kongresinde olgunlaşmış ve sonuçta esasları doğrudan doğruya Atatürk tarafından yazılmıştı. Temel ilke olarak vatanın ve milletin bõlünmezliği vurgulanıyordu.

Millet adına bu yeminin edilmesi için milli güçler yanlısı her Meclis-i Mebusan üyesi büyük çaba göstermiş ve sonunda bu kararın alınması gerçekleştirilmiştir

Milli And özetle şöyledir Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyeleri barışa kavuşmak için şu vazgeçilmez şartları ileri sürerler Dünya Savaşının bitiminde imzalanan Mütareke Antlaşmasının çizdiği sınırlar içinde din ırk ve asılca birlik oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz.

Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi istanbulun güvenlik içinde bulunması şartı ile Boğazlar açılabilir. Daha önce bizden ayrılan Batı Trakyada Mütareke sınırları dışında tutulmak istenen Kars Ardahan ve Batumda halk oyuna başvurulması gerektir.

Osmanlı Devletindeki Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde de halk oyuna gidilmelidir Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasi ekonomik hiç bir Antlaşma kabul edilemez.

Bu şartlar kabul edilmezse barış yapmak imkansızdır Meclis-i Mebusanda alınan ve ilan edilen Misak-ı Milli kararı Ayan Meclisinde görüşülmedi. Dolayısıyla onaylanmak üzere padişahın önüne de gelmedi.

itilaf Devletleri bu karar karşısında istanbul Hükümetini milli güçlere karşı harekete geçmeye zorladılar. 16 Mart 1920 de istanbul resmen işgal edildi. Meclis-i Mebusan basıldı. Anadolu hareketi yandaşları ve bir kısım aydınlar tutuklandı. Resmi dairelere el kondu.16 Mart Günü Osmanlı Devleti fiilen sona ermişti. iki Gün sonra toplanan Meclis çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. 11 Nisan 1920 de padişahça dağıtıldı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarihe karışmıştı.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer alan Türk vatanı ve milletin bölünmezliği ilkesinin milli ve hukuki dayanağı hala yaşayan Misak-ı Milli ruhudur

Exit mobile version