Enerji ve Çevre
Enerji ve Çevre? Enerji ve Çevre Nedir? Enerji ve Çevre Ne Demek? Enerji ve Çevre Nedir Kısaca?
Enerji üretiminin çevre etkileri değişik biçimlerde değerlendirilebilir. Bu değerlendirmeler her bir kaynak için birim enerji üretimine karşılık gelen kirletici Madde tip ve miktarları bunların çevre ve Atmosfer içerisinde dağılımları çalışanların ve halkın sağlığı üzerine etkileri atığın miktarı ve zehirliliği uzun dönemde çevre ve çevreyle ilgili sistemler üzerindeki etkileri açılarından yapılabilir
Dünya Elektrik üretim rakamları incelendiğinde %60 ile en büyük payı fosil yakıtlar almaktadır. Fosil yakıtlar kömür petrol ve doğalgaz hemen hemen bütün ülkelerde temel enerji üretim kaynağı olarak karsımıza çıkarlar. Fosil yakıtların çevre etkileri göz önüne alındığında karsımıza sera etkisi Asit yağmurları ve Hava kirliliği çıkar. Bu tür yakıtlardan yanma sonucu enerji elde edildiğinde yanma ürünleri CO2NOx ve SO2 gibi gazlar baca gazi olarak atmosfer içinde dağılırlar.
Baca gazları ayrıca uçucu kül ve hidrokarbonları içerirler. Nikel kadmiyum kursun Arsenik gibi zehirli metaller de fosil yakıtların yanması sonucu atmosfere atılan diğer maddelerdir. CO2 sera etkisi oluşumunda etkin rol oynamaktadır. Dünyadaki endüstriyel gelişme öncesi atmosferdeki CO2 konsantrasyonu 280 PPP milyonda bir dolaylarında idi. Bu konsantrasyon 1958de 315 PPP ve 1986da 350 PPP düzeyine kadar yükselmiştir. Artan CO2 miktarı yerkürenin sıcaklığının artmasına neden olmakta bu da iklim dengelerinin bozulmasına yol açmaktadır. SO2 ve NOT ise esas olarak asit yağmurlarına yol açmaktadır. Atmosferdeki Su buharı ile birlesen SO2 ve NOT ise esas olarak asit yağmurlarına yol açmaktadır.
Atmosferdeki su buharı ile birlesen SO2 ve not sülfürik ve nitrik asit oluşturmakta ve bu da dünyanın ekolojik dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Bütün fosil yakıt artıkları kıs aylarında pek çok şehrimizi etkisi altına alan hava kirliliğine yol açtığını da unutmamalıyız. Fosil yakıtların çevre etkileri bunlarla da sinirli değildir. Örneğin kömür madenciliği hem çalışanlara sağlık riski getirmekte hem de ülkemiz için pek yabancı olamayan metan gazi patlamaları nedeni ile ölümlere yol açabilmektedir. Diğer bir sorunla da fosil yakıt taşımacılığında karşılaşılmaktadır. Petrol taşıyan tankerlerin neden olduğu kazalar yüz binlerce ton petrolün denize yayılmasına neden olmuştur. Bunun canlı bir örneğini geçtiğimiz aylarda istanbul Boğazı’nda yasadık.
Hidroelektrik santraller ile elektrik üretimi dünyada toplam elektrik üretimine yaklaşık %23 oranında katkıda bulunmaktadır. Hidroelektrik santralleri ile enerji üretimi için uygun coğrafi koşulların sağlanması gerekmektedir. Günümüz koşullarında kullanılabilir hidroelektrik kapasitenin büyük bir bölümü hâlihazırda kullanılmaktadır. Hidroelektrik santrallerin çevre ile etkileşimlerine gelince büyük su rezervuarlarının oluşması nedeni ile ortaya çıkan Toprak kaybı sonucu doğal ve jeolojik dengenin bozulabilmesi olasıdır. Bu rezervuarlarda oluşan bataklıklar da metan gazi oluşumu için uygun bir ortam teşkil ederler. Yakin geçmişte barajların yıkılması sonucu meydana gelen kazalar pek çok kişinin ölümüne neden olmuştur.
Dünyada elektrik üretimi içinde %17 gibi önemli bir pay nükleer reaktörler tarafından sağlanmaktadır. Bu oran gelişmiş ülkelerde çok daha yüksek rakamlara ulaşmaktadır. Örneğin fosil yatakları kısıtlı olan Fransa elektriğin %70ini Nükleer enerji ile sağlamaktadır. Nükleer enerjinin çevreye etkisi fiston ürünü radyoaktif izotopların yayılması durumunda söz konusu olur. Bunun kötü bir örneğini 1986da Çernobil reaktöründeki kaza ile yasadık. Bu kazanın nedeni türbin kontrolü sırasında reaktör güvenlik sistemlerinin devre dişi bırakılmış olmasıdır. Çevreye yüksek miktarda radyoaktivitenin salınması ise reaktörün koruma kabinin olmamasından kaynaklanmaktadır.
Bu reaktörün yetersiz tasarımını günümüzde çalışan 400 ün üzerindeki reaktör için genellemek doğru değildir. Bu reaktörler uzun süredir güvenli olarak çalışmaktadırlar. Bütün Mühendislik sistemleri gibi nükleer reaktörler de kaza riski taşımakta ancak alınan önlemler ile bu risk milyonda birçok düşük bir olasılığa indirilmektedir.
Öncelikle sunu söylemek gerekir ki nükleer reaktörler fosil yakıtlar gibi atmosferik kirlenmeye yol açan atik üretmezler. Normal günlük yaşantımızda karsılaştığımız radyoaktivitenin ancak çok küçük bir kısmi nükleer reaktörlerden kaynaklanmaktadır. Bunu kişi tarafından alınan radyasyon dozu için kullanılan “ram” ile ifade ettiğimizde ilginç sonuçlar ile karsılaşabiliriz
Dünyada doğal olarak bulunan radyoaktif izotoplar nedeni ile kişi basına düsen ortalama doz yaklaşık 26 miliremdir. Kozmik ısınlar nedeni ile alınan doz ise 28 milirem düzeyindedir. Bunlardan korunmanın hiç bir yolu yoktur ve herkes yasadığı yöreye bağlı olarak az ya da çok bu dozu alır. doğal radyasyon dışında insanların maruz kaldığı en büyük radyoaktivite kaynağı ise tıbbi amaçlı röntgen ya da radyoterapidir. Göğüs ya da diş için uygulanan x-ısınları yaklaşık 10 miliremdik doza karşılık gelir. Diğer organlar için bu daha da yüksektir.
Nükleer silah denemelerinden kaynaklanan doz ise yıllık 4 ile 5 milirem düzeyindedir. Nükleer enerjiden kaynaklanan doz ise yılda 1 milirem civarındadır. Bu reaktörlerin çalışması sırasında çevreye verilen radyasyonun yanında uranyum madenciliği yakıt fabrikasyonu ve kullanılmış yakıt isleme tesislerinin yaydığı radyasyonu da kapsamaktadır. Yapı malzemelerinden yılda yaklaşık 7 milirem düzeyinde doz almaktayız. Uçak ile yerden yaklaşık 12 km yükseklikte yolculuk yapmak kozmik ısınlar nedeni ile Saatte yaklaşık 0,5 milirem doz alınması neden olur.
Günde bir buçuk paket sigara içen kişinin alacağı yıllık doz yaklaşık 8000 miliremdir. Termik santraller de küller ile birlikte doğaya radyoaktivite salarlar. Bunun bir örneğini Yatağan’da yasadık. Çernobil kazası sonucu alınan radyasyon dozu ise yere bağlı olarak değişim göstermektedir. Örneğin reaktör çevresinde 3 kilometre yarıçapında bir alan içersinde alınan ortalama doz 3300 miliremdir.
Alınan bu yüksek doz insanların kansere yakalanma toplam riskini yaklaşık %4 oranında artırıp %20den %24e çıkarmıştır. Kazanın diğer ülke insanları üzerindeki etkisi ise değişiktir. Örneğin kaza sonrası bir yıl boyunca Türkiyede alınan en yüksek doz 59 milirem ve ortalama doz ise 15 miliremdir. Bu rakamların değerlendirilmesi için uluslararası kabul edilen standartlar ile gerekebilir. Uluslararası Radyasyondan Korunma Komisyonu ICRP standartlarına göre nükleer reaktör çalışanlarının yılda en çok 5000 milirem doz almasına izin verilebilir.
Daha sonra yapılan değişiklik ile bu sinir son beş yılın ortalaması için yıllık 2000 milirem olarak önerilmiştir. Nükleer reaktörlerin normal durumunda bu dozların yaklaşık onda birini sağlayacak çalışma koşulları sağlanmaktadır. Genel halk içinse çalışanlara uygulanan ve içip tarafından belirlenen doz sınırlarının onda biri sinir olarak uygulanmaktadır