Derviş
katlanıcı olması lazım geldiğini ima etmektedir. Bu sebeple dervişler kapılardan çıkarken eşiğe basmazlardı. denilmiştir. Mütevazi, arif, kanaatkar, güzel ahlak edinmiş, dünyanın varına yoğuna aldırış etmeyen Müslümanlara da bir tarikat mensubu olmasa bile derviş meşreb denilir. Farsçada derviş-i sultan dil tabiri Peygamber efendimize işaret eder. Sultan, gönüllü fakir demektir. Peygamberimizin serveti olmadığı halde fevkalade ihsanlarını, kalb zenginliğini, herkese olan cömertliğini ifade için söylenir.
Derviş, kelimesine islam tarihinde 9 ve 10. asırlardan itibaren rastlanır. Bu yüzyıllar, büyük islam alimi ve velilerinin talebelerinin, kendilerini hocalarının adına nisbet edilen lakaplarla isimlerle yad edilerek anılarak islam tarikatlarının mensubu olarak anılmalarının ilk defa ortaya çıkış devridir. Böylece asr-ı
saadetten islamın ilk asrından itibaren ilim ve ahlak olarak mevcut bir halde yaşanmakta olan tasavvuf, özde aynı, isimleri farklı çeşitli tarikatlar halinde görülmeye başlamış, derviş de bu tarikatlara mensup kimselerin ortak adı olmuştur.
dervişlik bir gönül işidir. Derviş olmak için özel bir kılık kıyafet şartı yoktur. Gönlünü Allah sevgisiyle dolduran ve her türlü faaliyetini, işini bu sevginin icablarına uygun yapan, islam büyüklerini seven, onların terbiyesini kabul eden herkes derviş olabilir. Bu halini başkalarına bildirmesine gerek yoktur. Sözünde sadık doğru bir derviş, daima Allahü tealanın büyüklüğünü, Ona karşı kulluğunu, küçüklüğünü düşünür. Kalbi kırık olarak hep Ona yalvarır. Yalnız Ona sığınır, yalnız Ondan yardım
bekler ve kulluk vazifelerini tam olarak yapar. Bu da islamiyete tam uymakla olur. Kulluk vazifelerini yapmak demek islam dininin emir ve yasaklarına tam uymak, her zaman Allahü tealanın rızasına uygun olarak iş yapmak demektir. Yoksa, islam dininin açıkça ve kesinlikle yasakladığı bazı işleri yapmak dervişlik olmaz. Böyleleri, tarihte de görüldüğü gibi, kendilerine derviş ismini takıp dervişlikle alakası olmayan, bozuk bir yolda bulunan kimselerdir.
dervişler, işsiz güçsüz, miskin, tenbel, cemiyete yük olan kimseler değildir. Her biri seneler boyu hocalarının hizmetinde bulunarak beden ve rüha ait çeşitli ilimleri tahsil etmiş, kuvvetli bir iman, idrak ve ahlak olgunluğuna ermiş, dış görünüşleri sade, mütevazi alçak gönüllü, aza kanaat eden, herkese iyilik ve yardım için çırpınan, hoşgörülü, cefakar, fedakar, çoğu bir meslek ve sanat sahibi, fazilet timsali örneği kimselerdir. Gerektiğinde islam ordularıyla birlikte harplere iştirak eder, en ön
safta kendilerinden geçmiş bir halde, aşk ve vecd coşkunluk içinde savaşır, kahramanlık nümüneleri gösterirlerdi. Böyleleri derviş gazi ismiyle anılagelmiştir. Bilhassa Anadolunun fethi asırlarında, çoğu Horasandan kalkıp gelen derviş gazilerin büyük hizmetleri görülmüştür. Bunlar, Anadolunun çeşitli
köy ve kasabalarına bazan tek başlarına gelip yerleşerek güzel ahlaklarıyla gönüller fethetmiş, yerli halkın islamiyeti kabul edip Müslümanlaşmasında rol oynamış, Moğol istilası, Haçlı Seferleri sırasında da zulüm, haksızlık, türlü cefa ve eziyete uğrayan insanların bitkin, bezgin ve yaralı gönüllerine birer sığınak olup, halleri vaaz ve nasihatleri ile cemiyeti diri tutmuş, kendilerini sevenleri islam ahlakının yüceliklerine eriştirmişlerdir.
Dervişler, bu halleriyle herbiri Harpte kahraman, sulhta üstad olan Eshab-ı kiramın Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlarının yolundan yürümüş mübarek insanlardır. Bugün Anadolunun hemen her köşesinde bu yüksek insanlara ait türbe ve dergahlara rastlanır. Birçok köy, kasaba, mahalle onların ismini almıştır. dervişlerin pekçoğunun isimleri unutulmuş, bazıları ise nesillerden nesillere aktarılarak günümüze ulaşmıştır. Bunlar içinde en meşhurlarından olan Yünus Emre hazretlerinin, dervişliğin bazı vasıflarını tarif eden aşağıdaki mısraları derin manalarla doludur
Derviş bağrı baş gerek,
Gözü dolu yaş gerek,
Koyundan yavaş gerek,
Sen derviş olamazsın.
Döğene elsiz gerek,
Söğene dilsiz gerek,
Derviş gönülsüz gerek,
Sen derviş olamazsın.