Cumhuriyetin Anlam Ve Önemi
Türk Milleti nin yetiştirmiş olduğu en büyük evlatlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk ün aramızdan ayrılışının 61. Yıldönümünde yine bir aradayız. Burada hazır bulunanların hemen tamamı O nu görmemişlerdir bile Ancak onu görmeden tanımaya çalışmışlar, sevmişler ve inanmışlardır. 61 yıl sonra bile onuu özler, arar olmuşlardır. Öyleyse onu bizlere bu kadar sevdiren, bize emanet ettiği Cumhuriyeti korumak için kuşaklar boyu kendisine söz verdiğimiz güç nedir
Cumhuriyet bir fazilet rejimidir Denildiğinde birbirlerinden farklı niteliklere sahip olan bireylerin meydana getirdikleri bir armoni olarak anlaşılması gerekir.
Cumhuriyet, etnik ve dinsel cemaatleri tek bir millet haline getirir. Cumhuriyet bir potadır. Eğer bölgecilikleri evrensel hale dönüştüremezse var olamaz. Atatürk, bölgeselliklerin üstünde ülkenin ve ülkeye ait her ne varsa, hepsinin herkes tarafından sahiplenildiği bir toplum yaratmaya çalışmıştır.
Cumhuriyet bireyciliğe değil, bireyselliğe dayanır. Yani bir toplumun ayrılmaz parçaları olan kişilerin kendilerini hem farklılıkları içinde üretmelerine, hem de üretimin atıf noktası olarak cemaat değerleri yerine evrensel değerleri koymalarına dayanır.
Cumhuriyet ırk, din, dil ve cemiyet farkı gözetmeksizin tüm vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasal rejimin adı olmuştur. Atatürk ü Cumhuriyete yönelten bir diğer önemli neden de Cumhuriyetin en ileri devlet şekli olmasıydı. Çünkü Cumhuriyet, millet egemenliğini belirleyen ve millet egemenliği ile bağdaşabilen tek rejimdir. Atatürk, egemenliğin millete ait olduğu görüşünü işlemekle ve bu görüşü yeni Türk Devletinin temel taşı yapmakla millî devletin devlet ve hükümet şeklinin de Cumhuriyet olacağını ortaya koyuyordu.
Bugün Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk konusunda yapılan tartışmalar asıl mecrasından yapılmaktadır. Atatürk ün bu muazzam mücadelede, ülkenin içinde bulunduğu koşullar bunu gerektirdiği için savaştığı kavratılmalıdır. Esas sonucun çağdaşlaşmak, akılcılıkla ve aksiyonla ilerlemek olduğu vurgulanmalıdır. Yine Atatürkün ifadesiyle fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenin kavgasının verildiği örneklerle açıklanmalıdır.
Onun mücadelesi, belki pek çok mücadeleden daha meşru, daha gerçekçidir. Bu ülkenin, bu büyük milletin yetiştirmiş olduğu kahraman evlatlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığın yok edilmek istenmesine, aziz vatanımızın parçalanmasına baş eğmediği için, istanbuldaki işbirlikçi, aciz ve korkak Damat Ferit Hükümetine karşı koyduğu için asi, çeteci olarak, vatan evlatlarının bu muazzam mücadelesi ise gayr-i millî ilan edilmiştir.
Esef verici olan, bugün bazı çevreler ulusal mücadelemizi reddetmeseler de, Atatürk ü bu mücadelenin dışına atma, hatta onu küçültme, karalama çabası içindedirler. Ancak bu çevrelerin çabalarının, Millî Mücadelemizdeki benzer çevrelerin gayretleriyle paralellik göstermesi son derece anlamlıdır. Aslında bu çevreleri ürküten O nun ilerici, çağdaş kimliğidir. Millî Mücadelede olağanüstü bir kararlılık ve mücadele örneği gösteren bu büyük askerin, savaştan sonra da neler yapabileceğinin sezilmeye başlanmış olmasıydı.
Bugün de bunu anlamayan, ya da anlamak istemeyenler onun ve onun izinde gidenlerin bu ilerici, çağdaş, birleştirici kimliğinden ürkmektedirler.
Mütareke döneminin istanbulu, her şeyden önce dünya savaşı öncesi yıllarında Osmanlı imparatorluğu nu gizli anlaşmalarla aralarında paylaşmış bulunan emperyalist devletlerin merhametine ve hakseverliğine sığınarak tahtını kurtaracağını sanma gafletini ısrarla sürdürerek hain damgasını yiyen padişahın ve onun hükümetinin merkeziydi. Bu merkez etrafında diğer işbirlikçi güçler sıralanıyordu.
Hürriyet ve itilaf Partisi, Askerî Nigehban Cemiyeti, ingiliz Muhibleri Cemiyeti, Ermeni ve Rum Patrikhanesi vs.. Özellikle ingiliz Muhibleri Derneğinin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri dış görünüşü ve uygarca girişimlerle ingiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Ötekisi gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yönde idi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve baş kaldırmalara yol açmak, millî bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi.
Uzun süredir ve özellikle mütarekeden sonra oluşturulmaya çalışılan ingiliz muhabbeti ve propagandalar Türk kamuoyunda meydana getirilmek istenen teveccühten yararlanarak Yunan istilasını olaysız sağlamaya çalışan ingiliz temsilcileri var güçleriyle çalışmakta ve işgali kamuoyunda çeşitli propagandalarla mazur göstermeye çalışıyorlardı
Aynı zamanda ingiliz Muhibleri Cemiyeti üyesi olan Refi Cevat ve Ali Kemal gibi bazı yazarlar gazetelerinde ingiliz mandaterliğini savunan yazılar yazmaktaydılar. istanbul Hükümeti, halkı korumak için köklü tedbirler almağa cesaret edemediği ve hatta bunu düşünmek bile istemediği için, uzlaşma ve ta viz politikasından ayrılmıyordu. Ancak hükümetin hatalı ve tehlikeli bu tutumu, savaşmak kararında olanları bile geçici bir süre için uzlaşmaya götürüyordu. Bunlar arasında bir süre Amerikan mandasını savunan Hadlide Edip Hanım gibi yazarlar da vardı.
Ancak tüm bunlar, Anadoluda doğan millî teşkilatın bir devlet teşekkülü haline gelmesini hem kolaylaştırmış, hem de hızlandırmıştır. Düşmanların merhametine, hakseverliğine sığınarak tacını, tahtını kurtaracağını sanmışlardı. istanbul Hükümeti, halkı korumak için köklü tedbirler almaya cesaret edemediği ve hatta bunu düşünmek bile istemediği için uzlaşma ve taviz politikasından ayrılamıyordu. Öyleyse kurtuluş için adeta bir mucize gerekiyordu. Bu biricik ve tek ümit, devletten çıkmayınca kimden nereden tecelli edecekti. Kim bu millete sahip çıkacaktı. Bunun cevabını Büyük Atatürk açık ve net olarak ifade etmektedir. Millet, Büyük Türk Milleti bu asil milletin ağrından çıkan Anadolu insanı. Mucizeyi onlar gerçekleştireceklerdi.
Tarihinin hiçbir döneminde bu tür oldu bittilere boyun eğmemiş olan Büyük Türk Milleti bu işgale de seyirci kalmamıştır. Nitekim resmî makamların tüm çekimser tutumlarına rağmen, inisiyatif kullanan komuta kademesindeki subaylar emirleri altındaki birlikler ve mahalli kuvvetlerle düşman ilerlemesine silahla karşı koymuşlardı
Yunan işgal ve ilerlemesini reddeden Batı Anadolu insanı, hükümetin sükûnet tavsiye eden kararlarını dinlemeyerek bazı direniş heyetleri oluşturmuşlardır. Memleketlerinin düşman çizmesi altında çiğnenmesini asla kabul etmeyen vatanseverler öncelikle bölgesel kurtuluş hareketlerine girişmişlerdir. Bu bakımdan daha kongreler yapılıp, Millî Mücadele nin esas programı yürürlüğe konmadan Batı Anadolu işgale karşı çıkmıştır.
Atatürke saldırmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde olanlar nedense görüntü üzerinde duruyorlar. istiklal mahkemelerinin almış olduğu kararları eleştirenler, bu yargılamaların adil olmadığını, yargılama sırasında avukat bulunmadığını vs. hatırlatanlar, madalyonun öbür yüzünü hiç çevirmiyorlar. Ülke yangın yerine döndüğünde, milletin ırz ve namusu ayaklar Altına alındığında, işgal güçlerinin her türlü haksızlık ve zulmü yaptıkları sırada bu milletin avukatlığına kimler soyunmuştu Padişah mı, yoksa Damat Ferit hükümetleri mi Yine de tüm yokluk ve sıkıntılara rağmen millet adına bu zulme karşı çıkan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları değil miydi
Ayrıca, düşman saldırılarının tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü, Asker kaçaklarının had safhaya vardığı bir sırada vatanın bölünmez bütünlüğünü sağlamak için kurulmuş olan istiklal Mahkemeleri nin vermiş olduğu cezaları eleştirenler, sırf Kuva -yı Milliye yanlısı oldukları gerekçesiyle istanbul Hükümeti tarafından idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmış olan yüzlerce masumu unutmuş görünmektedirler.
Söylevde bir hesaplaşma varsa, bu Sevr antlaşmasını imzalamış ve ulusal güçleri hain ilan etmiş karşı devrimci cepheyle bir hesaplaşmadır. Öyleyse aydınım diyen bir insan, ayrıntı olarak görülebilecek bir takım şeyleri bir kenara bırakarak, bu hesaplaşmada yerini almak zorundadır. Ancak bu konuda açık, dürüst ve samimi olmak zorundadır.
Ulusal bağımsızlık savaşını kazanmada, nasıl ki hareketin kaynağını ulusun kendisi olduysa, çağdaşlaşma savaşının kaynağı da yine ulusun kendisi olmuştur. Bilindiği üzere, Atatürkün Büyük Nutku Türk gençliğine hitabesi ile sona erer.
Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet eden Atatürkün bu kitabesi bir bayrak olarak genç nesillerin önünde dalgalanmış ve gençliğe ışık tutmuştur. O, Büyük Nutkunu, ma zi olmuş bir devrin hikayesi olarak takdim etmektedir. Bunda, gelecek nesiller için dikkat edilmesi ve daima uyanık bulunulmayı gerektiren önemli noktalara işaret edilmektedir
Bugün Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk konusunda yapılan tartışmalar asıl mecrasından ayrılarak yapılmaktadır. Atatürkün bu muazzam mücadelede, ülkenin içinde bulunduğu koşullar bunu gerektirdiği için savaştığı kavratılmalıdır. Esas sonucun çağdaşlaşmak, akılcılıkla ve aksiyonla ilerlemek olduğu vurgulanmalıdır. Yine Atatürkün ifadesiyle, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmenin kavgasının verildiği örneklerle açıklanmalıdır.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve millî duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakarlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Sürekli ve müthiş bir mücadele şeklinde beliren milletlerin hayat felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu özelliği büyük bir şiddetle istemektedir. Nitekim bu konuya dikkat çeken Büyük Atatürk şöyle demektedir Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.
Bizler yönetici, öğretmen, memur her kesimden görevliler olarak tarihi bir görev ve vebal altındayız. Vatana, devlete ve millete yararlı gençler yetiştirilmek üzere bize emanet edilen evlatlarımızı yıkıcı tehdit ve unsurlardan haberdar ederek onları bilgi sahibi kılmalı ve uyarmalıyız. Ellerimize verilen bu nadide varlığa yalnızca salt bilimsel teori ve literatür bilgileri vermek yeterli değildir ve olamaz da. Bugün binlerce genç bizim ihmallerimiz nedeni ile kaybedilmiştir
Bu tarihi vebal bugün eğitim ve öğretim hizmetlerini yürüten görevli idarecilere, yarın ise mezun ettiğimiz öğrencilere ait olacaktır. O halde ülke potansiyelinin en nadide unsuru olan gençliği, yabancı ideolojilerin ve ülkelerin hedefi olmadan şuurlu, inançlı ve kişilik sahibi fertler haline getirmek, düşman propagandasına fikren ve ruhen karşı kayacak hazırlığa eriştirmek, bizlere düşen en önemli ve kaçınılmaz tarihi bir görevdir.
Enstitüler ve Araştırma Merkezleri Milî Mücadeledeki insan tipini tespit etmeleri gerekir. Çünkü biz bu insan tipiyle Kurtuluş Savaşını yaptık ve bu devleti kurduk. O halde siyasal ve ekonomik bağımsızlığımızın teminatı olan Kuva -yı Milliye ruhu yeniden oluşturulmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti nin ilk on yılı 29 Ekim 1923 de bütün yurtta heyecanla kutlanırken bütün Türk Milleti adeta tek ses olmuş haykırıyordu Çıktık açık alınla 10 yılda her savaştan. Gazi Mustafa Kemal, uzun savaş ve işgal yıllarının bıraktığı büyük tahribat üzerinde yeni bir ulus, yeni bir devlet, yeni bir memleket yaratmanın çalışmalarına adeta soluk almadan başlamıştı.
Büyük Türk Milleti diye başlayıp, Ne Mutlu Türküm Diyene sözleriyle bitirdiği 10 yıl nutkunda, az zamanda çok büyük işler yaptık diyordu. O bayramda çocuk, genç, yaşlı bütün bir millet, çıktık açık alınla diye haykırırken on yılda elde edilen başarıların haklı gururunu yaşıyorlar, gelecek için duydukları güveni dile getiriyorlardı. 1923-1933 döneminin ruhu işte bu ruhtur. Büyük Atatürk, temel devrimlerinin başında milletine asıl bu gurur ve güveni aşılamayı başarmıştı.
Sonuç Aynı zamanda Cumhuriyetimizin 74. Yıldönümünü kutladığımız şu günlerde, büyük önder atatürkün gençliğe emanet ettiği Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan bağımsız son Türk Devleti yine birtakım tehditlerle karşı karşıyadır. Çoğu kere şanlı bayrağımızı taşımama gafleti, hatta hıyanetini gösteren birtakım kitle örgütlerinin ne yapmak istedikleri pek de meçhul olmadığı gibi, sergilemiş oldukları bayrak ve flamalar da kaygı vericidir.
Ancak, hiç kimse yasal da olsa hiçbir kuruluş veya örgüt devletin laik, demokratik yapısı ve bölünmez bütünlüğü üstüne politika yapamaz. Aksi takdirde devletin mayasını oluşturan ve 28 Ocak 1920 de üstelik Osmanlı Meclisi nde ilan edilip, ülkemizi bölüp parçalamak isteyen tüm güçlerin yüzüne bir tokat gibi inen Ulusal And ın bir anlamı kalmaz.
Atatürk ün düşüncelerine, gösterdiği hedeflere karşı bir ciddi tehlike de Atatürk ün adını kullanarak Atatürkçülük bayrağının arkasına saklanarak, kişisel menfaatlerini ön plana çıkaranlardır. insanları inançları veya görüşleri nedeniyle dışlayanlardır. Halbuki Atatürk ü sevmek veya onu herkesten daha çok seviyorum demek yeterli değildir. Önemli olan O nu anlamak ve gösterdiği hedeflerde hiç sarsılmadan yürümektir.
Bağımsız son Türk Devletini, ülkesi ve milleti ile bölmeyi amaçlayan birtakım örgütlerin yüreklerden sökemedikleri Atatürk ü, hafızalardan silme çabaları pek de yadırganmamalıdır. Elbette Misak-ı Millî yi çizen, elbette ülkesi ve milleti ile bir bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti ni kuran, Ne Mutlu Türküm Diyene sözlerini bayrak bayrak dalgalandıran ATATÜRK sevgisi ile dolu, benlikleri Atatürk ilkeleri ile yoğrulmuş Büyük Türk Devleti, Onu her zamandan daha fazla aramakta ve sevmektedir.
Dileğimiz odur ki, ona olan sevgimiz o özlemlere cevap teşkil edebisin. Atatürk le, gerçek Atatürkçülerle hasret gidererek, Onunla yeniden Anadolu ya ayak basalım. O nu anarak, çağdaşlaşma, büyük devlet olma mücadelemizde Onun ilke ve inkılaplarından ilham ve güç alalım.
Ben Atatürkü, bu güzel ülkemizi, aziz vatanımızı parçalanıp, yok olmaktan kurtaran büyük bir mücadeleyi gerçekleştirdiği için seviyor, ona ve silah arkadaşlarına şükranlarımı arz ediyorum. Bugün büyük Atatürk ün kurduğu ve bize emanet ettiği bu güzel ülkede yaşamaktan gurur duyuyoruz. Bu gururun verdiği huzur ve mutluluğu çocuklarımızla yaşamağa devam edeceğiz.
Sözlerimi Atatürk ün bize ışık tutan şu sözleriyle bitirmek istiyorum Benim ma nevi mirasım ilim ve akıldır. Bundan sonra beni izlemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse ma nevi mirasçılarım olurlar.