Ayasofya Nedir
Doğu Roma imparatorluğu devrinde Sultanahmet Meydanında yapılan en ünlü Bizans Kilisesi VII.yüzyıldan sonra yaşamış olan tarihçiler büyük Constantinus devrinde yapıldığını 326daha önce yaşamış tarihçiler ise başta Sokrates kiliseyi imparatorun oğlu Constantinusun yaptırdığını ve 15 Ekim 360 yılında Tanrıya adandığını yazar. ilk yapı üzerinde kesin bir bilgi yoktur. Yeni kilise şehrin ve sarayın en büyük kilisesi olduğu için Megalo EkklesiaBüyük Kilise diye anılmıştır. Ancak daha sonraları V.yüzyıldan başlayarak Hagia SophiaKutsal Bilgelikadını aldı ve bütün Bizans devri süresince bu adla anıldı. Türkler zamanında da Ayasofyaya çevrildi
ilk yapı 20 Haziran 404te bir halk ayaklanması sırasında yanınca imparator Theodosius II kilisenin yeniden yapımı işini Mimar Roufinosa verdi.Yine bazilika örneğine göre yapılan kilise 8 Ekim 415 te halka açıldı.Bu kilisenin kalıntıları bugünkü Ayasofyanın batı avlusunda 1935 yılında yapılan kazıda ortaya çıkarılmıştır.Mimar Roufinosun yaptığı Ayasofyanın, da ömrü oldukça kısa oldu
14 Ocak 532 de çıkan Nika ayaklanması sırasında tümüyle yandı.imparator iustinianos Ayasofyanın yeniden ve o Güne kadar görülmemiş bir zenginlik ve büyüklükte yapılmasına karar verdi ve çalışmalar hemen başladı.Yapının planının çizilmesi ve gerçekleştirilmesi işi büyük bir matematikçi olan Tralleisli Aydın Anthemios ile Miletoslu Milet isidorosa verildi
imparator kilisenin Kudüsteki Süleyman Tapınağından daha büyük ve daha süslü olmasını istiyordu.Yanan kilisenin alanı böylesine büyük bir yapı için yetersiz olduğundan yeni istimlaklar yapıldı ve yangın yeri düzeltildi. Yeni yapının yangın ve depremlere karşı daha dayanıklı olması için mümkün olduğunca az ahşap kullanıldı. Gerekli malzeme imparatorluğun her yöresinden sağlandı özellikle mermerler bütün Akdeniz ülkeleri taranarak seçildi. Yapıda bin usta ve on bin işçi çalıştırıldı. 23 Aralık 532de başlanan kilise 27 Aralık 537de tamamlandı ve büyük bir törenle halka açıldı
Ancak daha iustinianos ölmeden yapımından 22 yıl sonra bir yer sarsıntısı sonucunda büyük kubbenin olduğu bölümü yıkıldı. 558 Bu defa imparator kubbenin onarılma görevini genç isidorosa verdi. Yeni kubbe eskisinden 625 m. daha yüksek yapıldı ve yanlara destek duvarlar eklendi. Ancak bu onarımla da yapı gerekli Statik dayanıklılığa erişememişti. Basileios I yıkılma tehlikesi geçirdi ve onarıldı. 869 986da kubbe bir kez daha yıkıldı onarımı Tridodos adlı bir mimar yaptı ve Ayasofya 13 Mayıs 994te yeniden halka açıldı.
IV. Haçlı Ordusuyla istanbula giren Batılı Hristiyanlar Ayasofyayı sanki başka bir dinin tapınağıymış gibi yağma edip yıktılar. 1204 Bu yüzden Ayasofyaya, en büyük kötülüğü Hristiyanlar yapmış oldu.
Paleologlar şehri geri aldıktan sonra yapılan onarımda batı yüzündeki destek duvarlar yapıldı.1261 Andronikos II devrinde 1317 dışarıdan destek duvarlarla güçlendirildi. 31 yıl sonra tekrar yıkılan kubbe halktan alınan yardımlarla tamir edildi. Castilla Kralının elçisi istanbula geldiğinde 1402 yapıyı kapıları düşmüş yerlerde sürünür durumda gördü.
1453 te Türkler istanbulu aldıkları zaman Ayasofyayı, bu durumda buldular.Ayasofya, Osmanlı döneminde en iyi korunan ve Kabeden sonra en çok saygı gören yapı niteliğini kazandı. Fatih ilk cuma namazını burada kıldı ve kilisenin camiye çevrilmesini emretti. Doğuya bakan apside bir mihrap kondu kubbeciklerden biri delinerek ahşap bir minare oturtuldu. Ayasofyanın esas yapısına ve içini süsleyen insan figürlü mozaiklere dokunulmadı
Bunların bAdanayla örtülmesi daha sonra Kanuni devrinde olmuştur. Yine Fatih devrinde tuğla minare denilen güneybatıdaki minare yapıldı ve yapı onarıldı.Kuzeybatıdaki ince minare Bayezid II devrinde batıdaki kalın minare ise Selim II devrinde Mimar Sinan tarafından eklendi ve yapının etrafındaki evler yıktırıldı
Mimar Sinan çökme tehlikesi gösteren Ayasofyayı Murat III devrinde yeni destek duvarlar ekleyerek yıkılmaktan kurtardı. Kitaplık bölümü şadırvan sıbyan mektebi ve muvakkithane I. Mahmut zamanında inşa edildi. Ayasofyanın en büyük onarımlarından biri Abdülmecit döneminde yapıldı.1847-1849 isviçreli Mimar Gaspar Fossati yönetiminde iki yıl süren çalışmalar sırasında kubbe sağlamlaştırıldı ve yenilendi. Ayasofyanın hazinesinde ise Osmanlı sultanlarının ve şehzadelerinin türbeleri bulunur
Bunlar Sultan II.Selim Sultan III.Mehmet Sultan III. Murat I. Mustafa ve Sultan ibrahim türbeleridir. Sultan I.Mahmutun şadırvanı sıbyan mektebi imaretikütüphanesi Sultan Abdülmecidin hünkar mahfeli muvakkithanesi Ayasofyadaki Türk çağı örnekleri olup türbeler iç donanımı çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örnekleridir.
Ayasofyanın bakım ve onarımıyla ilgili çalışmalar Cumhuriyet sonrasında da sürmüştür. Atatürkün isteği üzerine Bakanlar Kurulunun bir kararıyla Ayasofya 24 Ekim 1934 te müzeye çevrildi ve günümüzdeki biçimi verildi.
Ayasofya mimarlık tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri oluşunu çağı için olağanüstü cüretli tasarımına borçludur. Orta nefin bir kubbeyle doğuda ve batıda buna eklenen iki yarım kubbeden oluşan örtüsü türünün yeryüzündeki ilk örneğidir. Ama çok erken bir deneme olduğu için bazı çözülmemiş sorunlarla yanlışları da içeriyordu. Ayasofya yalnız örtü sistemiyle değil dev boyutlarıyla da çağına bir meydan okuma olarak nitelendirilebilir.
Ayasofya Bizans mimarlığı tarihinden de bir sürecin başlatıcısı değildir. Sonraki yıllarda Bizanslı mimarlar Ayasofyayı yinelemekleri gibi geliştirmeye de yönelmemişlerdir. Tersine Bizans mimarlığı Ayasofyayı hep aşılmaz bir kezlik bir başyapıt saymıştır. Bazı araştırmacılar onu bir erken Bizans yapısı olmaktan çok geç dönem Roma yapısı gibi görmüşlerdir. Ayasofyanın yeniden gündeme getirilişi ancak istanbulun fethi ile birlikte Osmanlı mimarlığında söz konusu olmuştur. Osmanlı mimarları özellikle de Sinan Ayasofyayı ölü bir uygarlığın kalıntısı gibi değil de dev bir mimarlık başarısı biçiminde görmüş ve bin yıldır hiç denenmeyeni deneyip onu Şehzade ve Süleymaniye camileri gibi iki büyük yapısında aşabilmiştir . Bu nedenle Ayasofya yalnız Romanın ve Bizansın değil Osmanlı Uygarlığının da bir bileşeni sayılır. Ayasofyanın başlattığı süreci Osmanlı tamamlamıştır.
Ayasofya mimarlık bakımından olduğu kadar mozaikleri ile de önemlidir. Aynı dönemin figürlü mozaikleri ikonoklazm döneminde 726-843 yok edilmiştir. Bu nedenle bugün görülen mozaiklerinin hepsi IX. ve daha sonraki yıllardan kalmadır. Bu mozaiklerin birinde Theotokos Meryemi kucağında isa ile betimlemiştir. iki yanında iki büyük Bizans imparatoru kenti kuran Constantinous ile Ayasofyayı yaptıran iustinianos canlandırılmıştır
iç nartekste içe açılan kapı üzerinde tahtta oturan isanın önünde diz çöken Leon VI.yı betimleyen mozaik bulunur. Bema kemeri saray giysileri içinde bir başmelek figürüyle süslüdür. Ama Ayasofyadaki, mozaiklerin en güzeli güney galerideki bir duvarda yer alan Deisis Yakarış sahnesidir. Bir yanında Meryem öbür yanında Vaftizci Yahya ile birlikte isayı gösteren bu mozaik işçilikteki incelik ve yüzlerdeki yoğun ifade ile benzerlerinin en değerlilerinden biridir.
Benzerlerinde olduğu gibi Ayasofya üzerine pek çok efsane söylenmiştir. Bunların bir kısmı Hristiyanlık devrinde bir kısmı ise fetihten sonra doğmuştur. Hristiyanlık devrinden kalan efsanelerin büyük bir kısmı Ayasofyanın yapılışı üzerinedir
Planlamasında ve yapılmasında meleklerin yardımı olduğu söylenir. Yapının kuzeybatı köşesinde kılcal borularla zemindeki Suyu emdiği için sürekli terleyen bir sütun vardır. Halk bu sütunu kutsal saymış üzerine parmak dokuna dokuna bir delik açmıştır. Söylentiye göre kilise camiye çevrildiğinde Hızır gelerek parmağını bu deliğe sokmuş ve kiliseyi Kabe yönüne çevirmiştir. Evliya Çelebiye göre ortadaki büyük kapıyla kıble yönündeki kapı Nuhun gemisinin kalıntılarından yapılmıştır.Yine bir efsaneye göre Kadir Geceleri Hızırın buraya geldiği söylenir.
916 yıl kilise 481 yıl cami olarak kullanılmış bu eşsiz yapı asırlara meydan okuduğu gibi istanbulda varlığını daha uzun yıllar devam ettirecektir.
Mimari Yapısı VI. yüzyılda yaşamış olan Prokopius a göre Ayasofyanın kubbesi o denli havadadır ki adeta gökyüzünden sarkıtılmış desteksiz bir Altın küre gibidir. Ayasofyada 70 m x 100 m boyutlarında olan alt yapıyı 30 m çapında 55 m yüksekliğinde bir kubbe örter. Kubbenin kendi yüksekliği 138 m.dir ve tuğladan yapılmış 40 kaburgası vardır
Bunlar 110 m genişliğinde ayaklara oturur ve ayakların arasında 40 pencere vardır. Yapının duvarlarına büyük bir ustalıkla açılan pencereler hem yapının ağırlığını azaltır hem de içeriye bol ışık verir. Kendi ışığını kendi yaratır gibidir. Gerçekten içeriye girenleri ilk etkileyen Bizans sanatının önemli özelliklerinden biri olan ışık gölge oyunlarıdır. Ayrıca bina 107 adet sütun üzerine oturtulmuştur. Altta 40 üstte ise 67 sütun vardır