Atatürk Ve Türk Kurtuluş Savaşı
Türk Milletinin yetiştirmiş olduğu en büyük evlatlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk ün aramızdan ayrılışının 61. Yıldönümünde Yine Bir Aradayız Türk Kurtuluş Savaşı çökmekte parçalanmakta olan Osmanlı imparatorluğunun yıkıntıları arasından devletin özü olan Türk unsurunu ve onun anayurdunu çıkarıp kurtarma mücadelesidir. Birinci Dünya Savaşı bizim dahil bulunduğumuz Bağlaşma Devletleri ile Anlaşma Devletleri arasında geçmiş müttefiklerimiz olan Bulgaristan Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu ile birlikte yenilmiştik
Mütareke döneminin istanbulu her şeyden önce dünya savaşı öncesi yıllarında Osmanlı imparatorluğunu gizli anlaşmalarla aralarında paylaşmış bulunan emperyalist devletlerin merhametine ve hakseverliğine sığınarak tahtını kurtaracağını sanma gafletini ısrarla sürdürerek hain damgasını yiyen padişahın ve onun hükümetinin merkeziydi. Bu merkez etrafında diğer işbirlikçi güçler sıralanıyordu. Hürriyet ve itilaf Partisi Askeri Nigehban Cemiyeti ingiliz Muhibleri Cemiyeti Ermeni ve Rum Patrikhanesi vs Özellikle ingiliz Muhibleri Derneğinin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri dış görünüşü ve uygarca girişimlerle ingiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Ötekisi gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yönde idi.
Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve baş kaldırmalara yol açmak milli bilinci işlemez kılmak yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. istanbul Hükümeti halkı korumak için köklü tedbirler almaya cesaret edemediği ve hatta bunu düşünmek bile istemediği için uzlaşma ve taviz politikasından ayrılamıyordu.
Tevfik Paşa kabinesi daha ilk Günden itibaren iş yapamaz hale geldi. itilaf Devletleri orada hiçbir sebep yokken Mondros Mütarekesinin 7. Maddesine dayanarak savaşta geçemedikleri Çanakkale Boğazını Mütarekenin susturduğu Türk toplarının arasından ellerini kollarını sallayarak geçtiler. Boğazı geçen 60 gemilik düşman donanması 13 Kasımda istanbulu işgal ettiler. Düşmanın görünüşte Mütarekenin 7. maddesine aslında ise Sykes-Pikot Antlaşması gereğince Türk topraklarını işgal ediyordu. Artık bağımsız bir Osmanlı Devleti padişahı ve hükümeti kalmamıştı.
Osmanlı Devletinin durumu gittikçe kötüleşiyor ve işgal bölgesindeki istanbul hükümeti sözünü kimseye geçiremiyordu. Ümitler yok olmuş neredeyse aralıksız suren 8 yıl süren savaşın sonunda bitkin düşen halkta yoksulluk had safhaya ulaşmıştı. Bir zamanların yenilmez sırtı yere gelmez devletinin başkenti de dahil topraklarının büyük bir kısmı işgal edilmişti
Doğu bölgesinde yaşayan Türkler yas içindeydi. Dünya Savaşı Kafkas seferi Sarıkamış felaketi Rus istilasının ardından Batum Kars ve Ardahan illeri gözyaşları içerisinde sınırlarımız dışında kaldılar. Buralarda yasayan silahsız ve savunmasız halka Ermenilerin ve Pontus hayalcilerinin saldırıları her geçen Gün artmış ve insanlık dışı bir hal almıştı.
19 Mayıs 1919 Türk tarihi içerisinde çok özel bir yere sahip. Osmanlı Devletinin bitti denildiği bir donemde 15 Mayıs 1919da istanbuldan kalkan Bandırma Vapuru 19 Mayıs Günü Samsuna vardığında her şey yeniden başlıyordu. Samsundan Kurtuluş Savaşının meşalesini yakan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları vatan topraklarını düşman işgalinden kurtarmak için and içmişti
Kısa bir zaman dilimi içinde halkı örgütleyip düşmana karşı hazır hale gelmesinden sonra yapılacak tek bir şey kalmıştı Düşmanı vatan topraklarından atmak. Havza Amasya Erzurum ve Sivas genelgeleri ile Milli Mücadelenin gerekçe ve amaçları açıklanmış arkasından Misak-i Milli ilan edilerek Türk milletinin herhangi bir devletin hakimiyeti altında yaşayamayacağı hep bir ağızdan cihana duyurulmuştu. insanlık tarihinde eşine az rastlanan bir mücadeleyi Mustafa Kemal
Atatürkün önderliğinde kazanarak adını tarihe Altın harflerle yazdıran ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk milleti 19 Mayıs tarihini o günden beri bir bayram Havası içerisinde kutlamaktadır. Ancak tüm bunlar Anadoluda doğan milli teşkilatın bir devlet teşekkülü haline gelmesini hem kolaylaştırmış hem de hızlandırmıştır.
Düşmanların merhametine hakseverliğine sığınarak tacını tahtını kurtaracağını sanmışlardı. istanbul Hükümeti halkı korumak için köklü tedbirler almaya cesaret edemediği ve hatta bunu düşünmek bile istemediği için uzlaşma ve taviz politikasından ayrılamıyordu. Öyleyse kurtuluş için a deta bir mucize gerekiyordu. Bu biricik ve tek ümit devletten çıkmayınca kimden nereden tecelli edecekti. Kim bu millete sahip çıkacaktı. Bunun cevabını Büyük Atatürk açık ve net olarak ifade etmektedir. Millet Büyük Türk Milleti bu asil milletin ağrından çıkan Anadolu insanı. Mucizeyi onlar gerçekleştireceklerdi.
Damat Ferit Paşanın 19 Eylül 1919da Anadoludaki adamlarına gönderdiği bir genelge ile Anadolu hareketini Bolşevik hareketi olarak nitelendirmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye adına bunu kesin bir dil ve delillerle şiddetle protesto etmişti. Ancak bir taraftan bu yolda harekete devam eden Damat Ferit diğer taraftan da Anadoludaki adamlarına para yağdırarak Kuva-yı Milliye hareketini engellemek için kardeşi kardeşe kırdırmaktan geri durmuyordu
Halbuki 26 Temmuz 1919da toplanan Balıkesir Kongresinde ise kongre Başkanı Hacim Muhittin Çarıklı Bey ve arkadaşları maksat ve gayenin vatanın kurtarılması olduğunu ve düzenli bir teşkilat dahilinde Yunanlıları Anadoludan atmaya azmettiklerini ilan ediyordu. Bu amaca ulaşmak için de milli seferberlik ilanına karar vermişlerdi.
Kuva-yı Milliye hareketini meşru hakların müdafaası olarak nitelendiren Salih Paşa itilaf Devletlerinin isteklerini reddederek 2 Nisan 1920 tarihinde istifa etti. Bu gelişmeler üzerine Padişah ingilizlerin istekleri doğrultusunda 5 Nisan 1920 de Damat Ferit i yeniden sadrazamlığa getirdi
Mustafa Kemal Paşa ise 8 Nisan 1920de yayınladığı bir genelge ile düşman süngülerine dayanan bu kabineyi tanımadığını bildirdi. Anadoluda başlayan bu şanlı direnişi kırmak yok etmek için iş başına getirilen Damat Ferit ingiliz yüksek komiseri Amiral de Robeçk ile görüşerek tutuklanmasını istediği vatanseverlerin bir listesini de ingilizlere verdi. Bütün bunlardan sonra padişahın sempatiyle bakmadığı itilaf devletlerinin de güven duymadığı ve 18 Marttan beri çalışmayan Meclis-i Mebusan 11 Nisan 1920de padişahın emriyle dağıtıldı.
Diğer taraftan aynı gün Ferit Paşanın isteği ile ingilizlerin de ısrarıyla Kuva-yı Milliye aleyhine Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla bir fetva yayınlandı. Buna padişahın bir fermanı da eklenerek her üç metin bir arada basılarak Yunan ve ingiliz uçakları ile Anadoluya dağıtıldı
Fetvada Milli Mücadeleyi yönetenler Padişaha baş kaldırmış kendi çıkarlarını düşünen zorbalar halifeyi dinlemeyen dinsizler olarak gösteriliyordu Damat Ferit bu genelge ile halkın desteğini sağlamak istiyor ve Kuva-yı Milliye aleyhinde kamu oyu oluşturmaya çalışıyordu. Nitekim genelgede Kuva-yı Milliye hareketi bir fitne ve fesat hareketi olarak niteleniyor ona karşı mücadele geçildiği belirtilerek bu harekete katılanların ve tertip edenlerle teşvik edenlerin tedib edileceği beyan ediliyordu.
Aynı şekilde Şeyhülislam Dürrizade esseyyid Abdullah Efendi de aynı gün bir fetva yayınlayarak Padişahın haberi ve emri olmaksızın Asker toplayanların Askeri iaşe ve donanım teçhiz bahanesiyle vergi alanların memurin-i ilmiye ve askeriye ve mülkiyeyi hodbehot azl ve kendi hempalarını nasb ve merkez-i hilafet ile memalik-i mahrusanın muvasalat ve münakalat ve muhaberatını kat ve taraf-ı devletten sadır olan evamirin icrasını men.. edenlerin öldürülmelerinin şeran uygun olduğunu ilan ediyordu. Kuva -yı Milliye hareketini bir Şekavet hareketi olarak niteleyen Damat Ferit ingilizlerin de desteğini alarak bu hareketi yok etmek için 18 Nisan 1920de Kuva -yı inzibatiye adıyla bir ordu meydana getirdi.
T.B.M.M ise Damat Ferit in Milli Mücadele aleyhinde meydana getirdiği olumsuz cereyanları önlemek ayaklanmaları kışkırtanları idare edenleri ve katılanları yola getirmek amacıyla 29 Nisan 1920 de çıkardığı Hıyanet-i Vataniyye kanunu ile bu gibileri idam cezasına mahkûm etti. Bu gelişme üzerine Damat Ferit in Birinci Divan-ı Harb-i Örfi başkanlığına getirdiği Nemrut lakaplı Mustafa Paşa 1 Mayıs 1920 de Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşlarını ölüme mahkû m etti
Bunlar hakkında gıyaben verilmiş idam kararını padişah 24 Mayıs 1920 de Ele geçtiklerinde tekrar muhakeme edilmek kaydıyla tasdik etmiştir.Bu arada Kuva-yı Milliye yanlısı birçok kumandan gıyaplarında idama mahkûm olduğu gibi Anadolu ya geçerek Kuva-yı Milliye ye katılan pek çok subay da Askerlik mesleğinden atılarak ihraç edildi.
Bir süre sonra teşkil edilen bir alayına sancak bile verildi. Hatta Padişah Vahdettin 16 inzibatiye gazisini ! Mecidiye nişanıyla taltif etti. Refi Cevat gibi sözde aydınlar gazetelerinde Anadolu Kemalistlerden temizlenmelidir. diyordu. Ulusal namusun galeyanı ile ayaklanmış olan Türk Milleti bizzat hükümdar tarafından elleri kolları bağlanarak düşman ayaklarının önüne atılmak isteniyordu. Bugün ve yarın tarihin bu noktası geldikçe Türkiye Cumhuriyetinin evlatları buralarda derin düşünceye dalacak ve büyük dersler çıkaracaklardır.
Tarihinin hiçbir döneminde bu tür oldu bittilere boyun eğmemiş olan Büyük Türk Milleti bu işgale de seyirci kalmamıştır. Nitekim resmi makamların tüm çekimser tutumlarına rağmen inisiyatif kullanan komuta kademesindeki subaylar emirleri altındaki birlikler ve mahalli kuvvetlerle düşman ilerlemesine silahla karşı koymuşlardı. Yunan işgal ve ilerlemesini reddeden Batı Anadolu insanı hükümetin sükûnet tavsiye eden kararlarını dinlemeyerek bazı direniş heyetleri oluşturmuşlardır. Memleketlerinin düşman çizmesi altında çiğnenmesini asla kabul etmeyen vatanseverler öncelikle bölgesel kurtuluş hareketlerine girişmişlerdir.
Bu bakımdan daha kongreler yapılıp Milli Mücadelenin esas programı yürürlüğe konmadan Batı Anadolu işgale karşı çıkmıştır Türk halkı savaş meydanlarında püskürttüğü düşmanına Masada yenilmeyi kabul etmedi. Düşmanın yok yere ülkesini işgal etmesine gönlü razı olmayan halk yer yer işgal kuvvetlerine hiçbir yerden emir almadan direniş hareketi başlattı. Halk yurdunu yuvasını şeref ve haysiyetini korumak için kendiliğinden harekete geçti. Milis kuvvetleri kurarak gerilla muharebelerine başladı
Özgürlük kıvılcımları kısa zamanda özgürlük ateşine dönüştü. Yurdun dört bir yanında başlayan yerel direniş hareketleri az zamanda cepheleşti. Direnişçiler güneyde Fransız ve italyanlara karşı Güney Cephesini batıda Yunanlılara karşı Yunan Cephesini doğuda Ermenilere karşı Doğu Cephesini kuzeyde ise Pontus Cephesini kurdular. Anadolu istanbulun aksine kıpır kıpırdı. Halk meydanlarda yendiği düşmana masada yenilmeyi hazmedemiyor ve masada alınan galibiyetle topraklarının işgal edilmesine razı olmuyordu. Ülkenin çeşitli yerlerinde başlayan işgal protestoları sürüyor yer yer mitingler düzenleniyor ve direniş örgütleri kuruluyordu.
Atatürk bu noktada çok önemli bir noktanın Altını çizerek açıklamalarda bulunmaktadır. Millet ve ordu padişah-halifenin gafletten öteye bir ihanet içinde bulunduğundan haberi olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Millet ve ordu kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrayacak durumda değil.
Bu inançla bağdaşmayan görüş ve düşünceleri açığa vuracak olanların vay haline Hemen dinsiz vatansız hayın ve bozguncu olur.
Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken ingiltere Fransa italya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke gibi görünmemektedir. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmiştir
Çünkü Osmanlı Devleti_nin yanında koskoca Almanya Avusturya-Macaristan varken hepsini birden mağlûb eden itilaf Devletleri karşısında yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı. Üstelik bu anlayışta olan sadece halk değildi. Özellikle seçkin sayılabilecek birçok devlet adamı asker yazar ve aydın da da böyle düşünüyordu. Öyleyse kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. ilkin itilaf Devletlerine karşı yeniden düşmanlık durumuna girilmeyecekti. Sonra da Padişah ve Halifeye karşı canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı. işte bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için düşünülen çareler şunlardı
Birincisi ingilterenin koruyuculuğunu istemek ikincisi Amerikanın güdümünü istemek Bu iki karara varmış olanlar Osmanlı Devletinin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise ülkeyi bütün olarak bir büyük devletin kanatları altında bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar bölgesel kurtuluş yollarıyla ilgilidir. Örneğin bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devletinden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devletinin ortadan kaldırılacağına Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olup bitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.
Atatürkün Kararı Atatürk bu kararların hiç birini yerinde bulmuyordu. Çünkü bu karaların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü temelsizdi. Gerçekte içinde bulunulan o günlerde Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti onun bağımsızlığı padişah halife hükümet bunların hepsi kavramını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.
Bu durum karşısında bir tek kara vardı. O da millet egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak. işte Atatürk ve arkadaşlarının daha istanbuldan çıkmadan önce düşündükleri ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladıkları karar bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi Temel ilke Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır
Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir millet uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz. Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.Öyleyse ya istiklal ya ölüm
işte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı. Ancak en büyük zorluk milleti topyekün kurtuluşa inandırmak bunun için de korkak ve acz içinde olan Osmanlı Hükümetine Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine baş kaldırmak ve bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu. Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun onlara bütün milletçe silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu
Bu önemli kararın bütün gereklerini ilk günlerde açıklamak ve söylemek elbette yerinde olmazdı olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak milletin duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. O milletin vicdanında ve geleceğinde sezdiği büyük gelişme yeteneğini bir milli sır gibi vicdanında taşıyarak yavaş yavaş tüm Türk toplumuna uygulamıştır.
Osmanlı Devletinin yenilgisi Mondros Ateşkes Antlaşması 30 Ekim 1918 imzalanarak kabul edilmiş imparatorluğun elde kalan bölgeleri itilaf devletleri kuvvetleri tarafından işgal edilmişti. Mustafa Kemal Paşa Söylevde bu durumu şöyle anlatmaktadır
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. itilaf devletleri Mondros Mütarekesi hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer vesile ile Anlaşma Devletleri istanbulda. Adana ili Fransızlar Urfa Maraş Antep ingilizler tarafından işgal edilmiş. Antakya ve Konyada italyan kıtaları Merzifon ve Samsunda ingiliz askerleri bulunuyor
Her yanda yabancı subay ve memurları özel adamları çalışıyor. Nihayet sözünü ettiğimiz tarihten 19 Mayıs 1919 dört gün önce 15 Mayıs 1919da Anlaşma devletlerinin onayı ile Yunan ordusu izmire çıkarılıyor
Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı kayıtsız-şartsız bağımsız yeni bir Tür Devleti kurmak ! işte daha istanbuldan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur
Milli Mücadelenin ve onun büyük önderi ile mahalli önderlerin dayanabilecekleri ve umutla bağlanacakları tek kuvvet milletin manevi varlığı ve özellikle halkın vatanseverlik duygusuyla bütünleşmiş azmiydi. Kurutuluş Savaşını yönetin güçler mali olanaksızlıklar içinde kıvranmaktadırlar. Başkomutan ve onun karargahı ile diğer komutanlıklar çok mütevazi koşullar içindeydiler. Derme çatma Masa Sandalye ve kırık dökük araçlarla çalışıyorlardı.
işte böylesine bir tablo içerisinde Milli Mücadelenin parasız günlerinden sözeden birkaç hatırattan biri olan Mazhar Müfit Kansunun Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber adlı kitabında Kurtuluş Savaşında çekilen parasızlık sayfalar boyunca anlatıyordu. Kansunun sözünü ettiği birkaç olayı burada aktarmakta çıkarılacak büyük dersler vardır. Bu kitap istiklal Savaşıyla ilgili olarak yazılmış en içten eserlerden biridir Hatıradan ziyade romanı andırır ve ibret dolu olaylardan söz eder…
işte bu olaylardan birkaçı Erzurum Kongresi yapılmış Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivasa doğru yola çıkma hazırlığına girişmişlerdir…
Ama küçük bir eksik vardır Para. Gerisini Mazhar Müfitten izleyelim Bizim sivil karargahın masraflarına para dayandırmak kolay değildi. Gerçi en asgari hayat şartlarına tabi olarak ve askeri tabldottan yemek alarak geçiniyorduk. Buna rağmen umumi masrafları ve ihtiyaçları karşılarken para bütün ihtimamımıza rağmen suyunu çekmekteydi
Paşa para ile meşgul olmaktan hoşlanmazdı. Alışveriş etmeyi ve her türlü gelir ve giderle meşgul olmayı bana bırakmış 800 lirasını da yine bana vermişti. Bunun içindir ki para mevzuunda sıkıntılı vaziyette idik ve cepten yiyorduk. Paşa Hazırlığımız tamamlandı mı Ağustosun 29. Günü hareket edebiliyor muyuz dedikçe beynim burgu ile delinircesine zonkluyor gözlerim Parrrra diye kararıyordu. Paşanın azim ve cesaretini kırmamak için ona Ne ile gideceğiz Para nerede diyemiyordum
Ve bir başka parasızlık öyküsü Sıvas Kongresi yapılmış ve çalışmalar aynı hızla devam etmektedir Mustafa Kemal Paşa Hüsrev Sami Beyle bana Birer kahve içeriz de öyle gidersiniz diyordu. Bu Sabahlayacaksınız demenin müjdesiydi. Kalktık. Emirber Aliye emretti
Ali bize birer şekerli kahve yap Ali Paşam şeker yok. Sade yapayım mı deyince Paşa gülerek yüzüme baktı Canım Mazhar Müfit niçin şeker aldırmıyorsun?dedi. Ben de gülerek Yarın inşAllah aldırırım dedim ve ilave ettim
Hele şimdi sade içelim Emireri Ali sade kahveleri pişirmek üzere odadan çıktıktan sonra Paşa mahzun mahzun gözlerini gözlerimde dolaştırarak Farkındayım yine züğürtledik dedi.
Evet Paşam. Hem züğürtledik hem de mevcut paramız şeker almaya müsait değil Şeker çok pahalı Mondros Ateşkes Antlaşmasına göre savunmadan yoksun ve yoksul dokuz kolorduya izin verilmişti ki bunlar adeta kadro halindeydiler. Her tümen için 1540 tüfekli er gösterilmiş sonuç olarak tüm Osmanlı Ordusunun subay ve er kadrosu 45-60 bin dolaylarında kabul edilmişti. Taburların mevcudu 50-60 kişiyi geçmiyordu.
Ancak Osmanlı Genelkurmayı ve istanbuldaki bazı vatanseverler el Altından çeşitli vasıtalarla Anadoludaki direnişleri ve Mustafa Kemal Paşayı destekliyorlardı. Harbiye Nazırı Cemal Paşa birbiri ardına Genel Kurmay Başkanlığı yapan Fevzi Çakmak ve Cevat Çobanlı Paşalar Kuva-yı Milliyenin takviyesi konusunda ellerinden geleni yapıyorlardı.
izmirin işgalinin ardından yapılabilecek ilk savunmanın Kuva-yı Milliye ile mümkün olabileceği anlaşılmıştı. Nitekim 17. Kolordu komutan vekili Albay Bekir Sami Günsav Bandırmadaki 14. Kolordu komutanı Yusuf izzet Paşa Balıkesirdeki 61. Tümen komutanı Albay Kazım Özalp57. Tümen komutanı Albay Şefik Aker Ayvalıkta 172. Alay komutanı Yarbay Ali Çetinkaya kendi bölgeleri içinde Batı Anadoludaki ilk direnişlerin örneklerini vermekte gecikmemişlerdi
Sonuç Atatürke saldırmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde olanlar nedense görüntü üzerinde duruyorlar. istiklal mahkemelerinin almış olduğu kararları eleştirenler bu yargılamaların a dil olmadığını yargılama sırasında avukat bulunmadığını vs. hatırlatanlar madalyonun öbür yüzünü hiç çevirmiyorlar. Ülke yangın yerine döndüğünde milletin ırz ve namusu ayaklar Altına
alındığında işgal güçlerinin her türlü haksızlık ve zulmü yaptıkları sırada bu milletin avukatlığına kimler soyunmuştu Padişah mı yoksa Damat Ferit hükümetleri mi Yine de tüm yokluk ve sıkıntılara rağmen millet adına bu zulme karşı çıkan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları değil miydi Ayrıca düşman saldırılarının tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü asker kaçaklarının had safhaya vardığı bir sırada vatanın bölünmez bütünlüğünü sağlamak için kurulmuş olan istiklal Mahkemeleri nin vermiş olduğu cezaları eleştirenler sırf Kuva -yı Milliye yanlısı oldukları gerekçesiyle istanbul Hükümeti tarafından idam dahil çeşitli cezalara çarptırılmış olan yüzlerce masumu unutmuş görünmektedirler.
Bugün Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk konusunda yapılan tartışmalar asıl mecrasından yapılmaktadır. Atatürk ün bu muazzam mücadelede ülkenin içinde bulunduğu koşullar bunu gerektirdiği için savaştığı kavratılmalıdır. Esas sonucun çağdaşlaşmak akılcılıkla ve aksiyonla ilerlemek olduğu vurgulanmalıdır. Yine Atatürkün ifadesiyle fikri hür irfanı hür vicdanı hür nesiller yetiştirmenin kavgasının verildiği örneklerle açıklanmalıdır.
Onun mücadelesi belki pek çok mücadeleden daha meşru daha gerçekçidir. Bu ülkenin bu büyük milletin yetiştirmiş olduğu kahraman evlatlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk bağımsızlığın yok edilmek istenmesine aziz vatanımızın parçalanmasına baş eğmediği için istanbuldaki işbirlikçi aciz ve korkak Damat Ferit Hükümetine karşı koyduğu için asi çeteci olarak vatan evlatlarının bu muazzam mücadelesi ise gayr-i milli ilan edilmiştir. Onun mücadelesi meşrudur gerçekçidir. Mustafa Kemal Paşa bağımsızlığı yok edilmesine haksız işgallere karşı koyduğu için işbirlikçi korkak ve aciz Damat Ferit Hükümeti tarafından gayr-i milli ilan edilmiştir.
Esef verici olan bugün bazı çevreler ulusal mücadelemizi reddetmeseler de Atatürk ü bu mücadelenin dışına atma hatta onu küçültme karalama çabası içindedirler. Ancak bu çevrelerin çabalarının Milli Mücadelemizdeki benzer çevrelerin gayretleriyle paralellik göstermesi son derece anlamlıdır. Aslında bu çevreleri ürküten O nun ilerici çağdaş kimliğidir. Milli Mücadelede olağanüstü bir kararlılık ve mücadele örneği gösteren bu büyük Askerin savaştan sonra da neler yapabileceğinin sezilmeye başlanmış olmasıydı. Bugün de bunu anlamayan ya da anlamak istemeyenler onun ve onun izinde gidenlerin bu ilerici çağdaş birleştirici kimliğinden ürkmektedirler.
Bu aziz vatanın topraklarını kanlarıyla sulamış bayrak bayrak kutsallaştırmış şehit ve gazilerimizin ölümsüz hatıraları önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğiliyoruz. Ayrıca bu muazzam muharebelerde tarih sahnesine çıkarak bir güneş gibi doğan eşsiz kahraman Gazi Mustafa Kemal Atatürkün bütün komutan ve silah arkadaşlarının da manevi huzurunda engin saygılarımızla eğiliyor onları rahmet ve minnetle anıyoruz