Anormal Davranışların Nedenleri
anormal davranışların nedenleri Davranış bozukluğu, gelişmiş ülkelerde bugün en önemli sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir. Gerek maddi ve gerek manevi zararları bakımından toplumun kanayan yarası olan bu meselenin nasıl çözümleneceği ise, başlı başına araştırma konusudur. Bazı psikologlar, pozitif bilimlerin dinden kaynaklanan ahlak ve toplum normlarında taraf olmaması gerekliğim ileri sürmektedir.
Bunlara göre toplum bireyi terbiye etmemeli, kendi haline bırakmalıdır, Bu görüşe göre, bir davranışın normal mi, anormal mı olduğuna karar verecek olan, yerleşik toplum değerleri olmamalıdır.
Kişi anormal olup olmadığına kendi karar vermelidir. Bu anlayışa sahip psikologlar, mesela çalma, yalan söyleme türünden davranış bozukluklarına, toplum normlarına uyum bozukluğu şeklinde tanım getirir. Çünkü bu anlayışa göre, hırsızlığın, yalan söylemenin günah olduğu şeklindeki öğretinin etkisiyle bu çocuklara ahlaksız gözüyle bakmak ve terbiye etmek bilimin işi olmamalıdır.
Davranış Bozuklukları Bu noktada durup, pozitif bilimin insana getirdiği tanımı hatırlamakta fayda var. Modern bilim insanın bir ruh varlığı olduğunu kabul etmez; insan davranışlarına ahlakı normlar getirmenin din temeli üzerine kurulmuş bir ideolojik görüş olduğunu ileri sürer. Bir yerde demek istedikleri şöyledir.
insan evrenleşmiş bir canlı türü olduğuna göre, ihtiyaçlarını çalarak da olsa karşılaması normal bir harekettir. Biz sadece dine dayalı toplum düzenini korumak adına bu davranışları anormal sayıyoruz. Bilim, bu konularda tarafsız olmak zorundadır; patolojik hırsızlık ve yalancılık dışındaki konularla ilgilenmez.
Biz bu görüşe sahip psikologların bir kısmı, toplum normlarına göre bunu insanları büsbütün kötüleştirdiğini de ileri sürer. Örnek, cinsellik, saldırganlık vb. içgüdülerin, toplum kuralları tarafından çirkin sayılması nedeniyle bastırıldığını ve bunların da nevrozlara sebep olduğunu belirtir. Ona göre hemen bütün nevrozlar, bastırılmış dürtülerin kontrolden çıkması kaygısının biçim değiştirmiş şeklidir.
Bunda toplam normları doğrultusunda verilen terbiye ile bireyin yaratıcılığını sınırlandırmamak gerektiği yönünde görüşler ileri sürmüştür. Ancak o, nevrozların nedenini sadece kıstırılmış içgüdülere bağlamaz, toplum normlarını hiçe saymayı ela tavsiye etmez. Sadece, bireyin kendi özgünlüğünü pekiştirmek toplum değerlerine uymak arasında bir denge kurması gerektiğini ileri sürer.
Psikolog ve psikiyatrların bu görüşlerinde, her toplumun belirli değer yargılarına sahip olması gibi nedenler de etkili olmaktadır. Bu anlayışa göre, toplumun kendi bireyini kendi anlayışına göre terbiye etmesi, iyi kötü diye yargılaması sorgulanabilmelidir.
Geleneksel toplumda, iyi ile kötüyü ayırt eden belli başlı değer yargıları mevcuttu. Her toplumun ufak tefek farklılığı mesela, iyiliği kötülüğü ayırt eden temel değer yargıları ortaktı. Bütün milletler, hak, hukuk, ahlak, egoist olmama, başkasını da düşünme gibi temci değerleri daima kabul etmekteydi.
Günümüzde ise en temel konularda bile zihinler karışıktır. Örneğin geleneksel toplumda genellikle olduğu gibi, ferdin kendi hayatını, arzu ve isteklerini toplum yararına icra etmesi beklenmeli midir? iyi ve yüce bir davranış olarak gösterilen kendini topluma adama acaba gerçekten bir değer midir.’ Bu durumda kişi kendi şahsı faydasını feda ederek, toplum yararına olan kurallara uymalı mıdır? bilim dünyası, sonuç itibarıyla dini ideolojik olan bu değerlerin hayata geçirilmesini sağlamaya çalışmalı mıdır?
iste bu gibi manevi değerleri sorgulayan ve toplumu ahlakı yitime sürükleyen düşünce akımları, gençlerin ahlaklı bir şekilde yetiştirilmek üzere eğitilmelerinin önüne geçmektedir. Her ne kadar bütün psikologlar bu görüşler doğrultusunda likır üretiyor olmasa da, psikoloji ilminde, hangi davranışın normal, hangi davranışın anormal sayılma sı gerektiği konusunda yapılan çalışmalarda net bir sonuca ulaşılamamıştır.
Bilimsel açıdan insan davranışlarına normal ölçüsü koyabilmek zordur, çünkü normal insan diye bir göslerge yoktur. Ahlaki modelleri yok sayacak olursak, insanın davranışlarına ölçü getirebilmek zordur. Bilim insanın dış görünüşünü, fiziksel yapısını ele aldığı, onun ruhsal yönünü ise güdü ve duygulara indirgediği için tam manasıyla insan modeli geliştirmesi mümkün değildir. insan, bilimin gözünde sosyal bir hayvandır. Bu nedenle bilim dünyası insanın eylemlerine sosyal uyum yönünden iyi kötü değerlendirmesi yapabilmektedir.
Anormal sayılan davranışlar
Bedenin fiziksel yapısı ve işlevleri bilindiği ve görüldüğü, gibi somut olduğu için, fiziksel hastalıklardan anormal alamı tanımlanması kolaydır. Oysa psikoloji açısından kabul edilebilecek bir normal tanımı yoktur. Bu konuda bilimsel araştırmalar karşıt görüşler oluşturmuşlardır.
Birinci gruptakilere göre; bir davranışın normal olduğuna karar vermek için toplumun değer yargıları esas alınır. Anormal kişi, sosyal ilişkileri bozuk olan, çevresine zarar veren, duygusal tepkileri uygunsuz olan kişidir. Mesela dürtüşe davranan, kurallara uyumsuzluk gösteren, çevresine saldıran ya da madde bağımlılığı gibi bir yolla kendine zarar veren kişiler anormaldir.
ikinci gruptakilere göre ise; bir davranışın değerlendirilmesinde kişinin kendi meıılaati esas alınmalıdır. Kişi, sahip olduğu imkanları kullanarak kendini geliştiremiyor, kendini iyi hissetmiyor, hayatın getirdiği stresi anlatıyorsa anormaldir. Bu ikinci tarifin esas aldığı değer, kişinin kendi öz varlığına karşı olan bakışıdır. Buna göre, bir kişi toplum değerlerine uymak için kentimi zorladığı halde iç dünyasında kendini kötü hissedebilir ki, bu da anormaldir.
Görünüşte bu iki taraf, farklı noktalardan bakarak, anormalliği farklı değerlendirmektedir. Öte yandan, her iki tanımın birleştiği ortak noktalar da yok değildir. Mesela çevresine veya kendine zarar veren bir kışı, ikinci görüşü benimseyenlerce de normal kabul edilmez. Ne de olsa kişinin kendini geliştirmesi, iyi hissetmesi de toplumun onayladığı, kabul ettiği bir kişi olmakla yakından ilgilidir. Aynı şekilde, kendini iyi hissetmenin, mutlu ve başarılı olmanın bir yolunu bulamayan bin, önünde sonunda kendine veya çevresine zarar verebilir.
Aslında her iki tanf, aynı vakanın iki cephesi .sayılabilir. Çünkü çevresine ve kendine zarar verebilen kişiler; kimseyi sevmeyen, sevilmeyen ve ne kadar inkar etse de bunun acısını duyan kişilerdir. iler ne kadar acımayan, üzümü duymayan, verdiği zarardan ötürü vicdanı sızlamayan bir kişi gibi görünerek bu maske arkasında duygularını gizlese de, mutlu olmadığını anlamak zor değildir. Nitekim davranış bozukluğu olan kişiler arasında, acısını unutmak için madde bağımlılığına ve cinsel saplantılı davranışlara yönelim görülebilir. Aslında bu kişiler, sevgi ve saygı gibi manevi ödüller 1c duyuramadıkları ruhlarını, kendilerince tatmin etmeye çalışmaktadır.
Yine bu çocukların, suç ve kötü sayılan davranışlara yönelmelerinde, bir çeşit başarı ve saygınlık arayışları etkili olmaktadır. Nitekim sorunlu çocukların genellikle ellerine para geçtiği zaman ailelerini ziyaret ettikleri, böylece kendilerini ispatlamaya çalıştıkları gözlenmiştir, hu durum, ailelerin çocuklara şartsız sevgi sunmadıklarını, çocuğun bir şekilde başarılı olarak sevgiyi elde etmeye çalıştıklarını göstermektedir.
Öyleyse, hangi bakış açısından olursa olsun, anormal davranış, kişinin başarısını, sosyalleşmesini engelleyen, başkalarım olumsuz etkileyen davranıştır.
Bazı hastalıklarından kaynaklanan duygu bozuklukları insanları suçlamakta acele edilmemelidir. Bazen hastalıkların beyin kimyası, kromozom sapmaları, geçirilen bir hastalığın bıraktığı hasar gibi fizyolojik nedenler olabilir, tadevi etmek psikiyatri uzmanlarının işidir.
Bir çok çocuk, kısıtlı imkanlarına rağmen başarılı olabiliyor. Ote yandan, geniş imkanlara sahip çocuklar bu imkanlarını kötüye de kullanabiliyor. Kendilerini başarılı olmaya mecbur hissetmeyen, hazır imkanlarla hep hayale yönelik davranan bazı çocuklar, her türlü imkana rağmen kendini yetiştirmeye çalışmayabiliyor.
Üstelik imkanları geniş aile çocuklarının ıslahı çoğu zaman daha güç oluyor. Çünkü bu aileler, çocuğun sebep olduğu kötü olayları paranın gücüyle örtbas etme yoluna gidebiliyor. Bu da çocuklarının gerçeklerle yüzleşmesine manı olabiliyor. Ayrıca bu çocuklarda tatminsizlik, nankörlük ve kıymet bilmeme hali, yardım etme çabalarını boşa çıkarabiliyor.
Oysa imkanları dar olan bir sorunlu çocuğa biraz yardım eli uzatıldığında, morali düzelip kendini toparlayabiliyor. Mesela bir burs sağlandığında, minnet duygusu ile kayıplarını telafi ettikleri oluyor. Öte yandan her türlü yardımı reddeden, benimsediği hal ve tavırları sürdürmekte ısrar eden çocuklar hemen her kesimden çıkabiliyor.
Davranış bozukluğu olan çocukları belli başlı gruplara ayıracak olursak, en büyük kesimi, saldırganlık eğilimine sahip gençlerin oluşturduğunu görüyoruz.