Halk Edebiyatı
Türk ulusları boyları içinde, sözlü olarak manzum ve mensur bir şekilde yaşayıp gelen, zamanla yazıya geçirilen, anonim ve ferdi olmak üzere çeşitli sahalarda görülegelen, yüksek zümre edebiyatı dışında kalan edebiyat. Bir milletin fertleri bütün olarak halkı meydana getirdiğine göre, Türk edebiyatı da halk içinde bütünlük teşkil eder. Daha çok dil yönünden ayrılık ele alınarak yüksek zümrenin meydana getirdiği edebiyat, halk edebiyatı dışında gibi görünürse de gerçekte bu edebiyatın yazıya geçirilmesi divan kelimesinin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur
Divan, yazılmış defter manasına geldiğine göre, klasik edebiyatımızdaki şair ve yazarlar için kullanılması gayet tabiidir. Üstelik halk zevkinin pekçok akisleri yazılı edebiyatımızda mevcuttu. Tanzimattan sonra görülen Halk Edebiyatı tabiri ile millet içinde sözlü olarak sürüp gelen bir edebiyat kasdedilmiş ve her millette olduğu gibi, bizde de bu mahsülün toplanması yoluna gidilmişti. Wilhelm Radloff, ignace Kunoş, Paul Sebillat, Von Gennep, Edmond Saussey gibi araştırıcılar sayesinde bu mahsüller toplandı ve Litteratüre Populaire, yani Halk Edebiyatı olarak adlandırıldı. Bunları, aynı isim altında araştırma yapan başka ilim adamları takib etti.
Türk Milleti, tarihin kaydedemediği kadar eski zamanlardan beri millet hayatı yaşadı, çeşitli medeniyet dairelerine girdi ve kendi tarihini yazarak ilk metinlerini daha sekizinci yüzyılda ortaya koydu. Ayrıca yazıya geçmeden önce ve yazılı edebiyattan sonra, milli-sözlü bir edebiyat devam etti. Hangi medeniyet dairesine girerse girsin, bazı değişikliklerle milli ve sözlülük vasfını birlikte günümüze getirmesini bildi.
islamlıktan önceki Türk Halk Edebiyatı
Türk halk edebiyatı, islamiyetten önce ve sonra olmak üzere ikiye ayrılmıştır. islamiyetten önceki edebiyatımız daha çok destanlar devri mahsulleri ürünleri olarak görüldü. Bu devir edebiyatı müsikiyle birlikte yürüdü. Kamlar ve baksı bahşıların mühim bir yeri vardı. Hemen her Türk topluluğu ulusu kam ve baksıların ilahi bir kaynaktan geldiği inancındaydı. Bu bakımdan her türlü ayinde kamlar ve baksılar bulunur ve kopuzları eşliğinde dini-sihirbazane şiirler terennüm edilirdi. Hükümdar sarayında da yer alan bu şahıslar ve baksılar ayrıca hekimlik gibi bir vazifeyi yerine getirirler, kahin ve sihirbaz olarak efsun ve sihirle de uğraşırlardı.
islamiyetten önce Türklerde gerek nazım şekli, gerekse tür olarak koşug, kojan koşan, koşma, takşut, takmak, ır veya yır, küg, şlok, padak, kavi, baş veya başik gibi şiirle ilgili olan, bazısı Sanskritçeden gelen tabirler vardır. Yine bu devirle ilgili olarak Aprınçu Tigin, Kül Tarkan, Sıngku Seli Tutung, Ki-ki, Prat-yaya-şiri, Asıg Tutung, Çusuya Tutung, Kalım Keyşi ve Çuçu gibi şairler görülmektedir.
Baksı ve kamların kopuz eşliğinde anonim veya ferdi olarak okudukları şiirlerin yanında destanlar, atasözleri ve bilmecelere de rastlandı. Hele destanlar, bu devir edebiyatında mühim bir yer tuttu. Bu devrin belli başlı destanları Yaratılış, Saka, Hun-Oğuz, Siyenpi, Göktürk ve Uygur destanlarıdır.
islamlıktan sonraki Türk halk edebiyatı
islamiyetten sonra Türk halk edebiyatında bir genişlik ve canlılık görüldü. Anonim edebiyatımız destan, hikaye, masal, efsane, atasözü, bilmece, latife-fıkra, türkü, mani ve ninni gibi türlerle devam etti. Buna paralel olarak dini bir edebiyat doğdu. Ayrıca tekke ve aşık edebiyatı ortaya çıktı. Bunun yanında doğu milletlerinin edebiyatlarından gelen, bilhassa iran tesirinde bir yazılı edebiyat gelişti. Bu
edebiyat daha çok destan ve masal ağırlıklıdır. Bu devirde halk edebiyatı mahsulleri, kısmen de olsa, yazıya geçirilmeye başlandı, yer yer divan edebiyatı ile alışverişler oldu. Ancak halk edebiyatını divan edebiyatından ayıran özellikler de vardı. Bunların başında vezin gelir. Türkler eski devirlerden beri hece veznini kullanırlardı. Bilindiği gibi Türk milli vezni mısralardaki hece sayısı eşitliliğine dayanmaktadır. Karahanlılar devrinde hece vezninin, dokuz hecelisi dışında, beş heceliden başlayarak on beş heceliye kadar olmak üzere çeşitli şekilleri vardı. Hece sayısının fazla olduğu ölçülerde ise duraklar bulunuyordu.
Kafiye bakımından ise Türk halk edebiyatında çoklukla yarım kafiye kullanılmış olmakla birlikte diğer kafiye çeşitlerine de yer veriliyordu. Ancak yarım kafiyenin şaire kazandırdığı bir serbestlik vardı. Bu da mananın daha düzgün ve kuvvetli olmasına yardım ediyordu. Bunun yanında redifler de mühim bir yer tutuyordu.
Yüzyıllara göre Türk halk edebiyatı atasözleri, nasihat, hikmetler, halk hikayeleri, anonim hikayeler, efsaneler, masallar islamiyetten sonra Türklerde divan edebiyatı ile halk edebiyatı birbirlerine oldukça yakındır. Ayrılık sadece vezin ve kafiyede görülürdü. ilk islami eserlerimizden olan Kutadgu Biligde tecrübeye dayanan ve millet hayatı içinden süzülüp gelen pekçok atasözüne rastlandı. Aslında bu durum 8. yüzyılda Orhun Yazıtlarında da görüldü. Aynı şekilde Divanü Lügatit-Türkte de bu husus ihmal edilmez ve bir hayli halk edebiyatı mahsülüne yer verildi.
Kutadgu Biligin nasihat tarzında, devlet idaresine yer veren bir eser oluşu, daha sonra buna benzer eserlerin ortaya çıkmasına sebeb oldu. On ikinci yüzyıl eserlerinden olan Yüknekli Edib Ahmedin Atabetül-Hakayıkı da, Kutadgu Bilige nisbetle çok küçük olmasına rağmen nasihat türünden bir eserdir ve vezin bakımından her iki eserde de Şehname vezni kullanıldı. On ikinci yüzyıl şairlerinden olan Ahmed Yesevinin Hikmetleri yine bu konudaki eserlerin başında gelirdi. Ancak Hoca Ahmed Yesevi, eserindeki manzümelerin çoğunda hece veznini kullandı bunları hecenin 4+4+4=12li vezni ile yazdı ve bir tarikata bağlı olması bakımından, tekke edebiyatı içinde yer aldı.
On üçüncü yüzyılda Türk halk edebiyatı varlığını sözlü olarak devam ettirdi. Moğol istilaları yüzünden halk sefil düştü ve göç hayatı başladı. Bu istilanın önünden kaçıp gelen Türk halkı, 13. yüzyılda derdini dindirme yoluna gitti Mevlevi ve Bektaşi gibi tarikatların içinde yer aldı. Büyük bir karışıklığın içine düşen halkın, aydınlatılmaya muhtac olduğundan, doğudan gelen Yesevi dervişleri yanında Mevlevi ve Bektaşi dergahlarında terbiyesi yoluna gidildi. Dini heyecanın ve cihad rühunun baskın çıkması bu alp
ruhlu milleti yeni eserler ortaya koymaya sevk etti. Böylece, Peygamber efendimiz ve Eshabının hallerini, Emevi, Abbasi, Karahanlı ve Selçuklu menkıbe ve destanlarını konu edinen kahramanlık eserleri ortaya çıktı. Ebü Müslim Horasani, Hamzaname, Battalname, Danişmendname, Oğuzname gibi kahramanlık eserleri bunlardan bazılarıdır.
Yine 14. yüzyılın başlarında Yüsuf-ı Meddah tarafından yazılan Varaka ve Gülşah mesnevisi romantik bir aşk hikayesidir. Aslında halk hikayeleri, edebiyatımızda bir hayli fazla olup daha çok 16. yüzyıldan sonra teşekkül etmişlerdir. Bunlar içinde aşıkların hayatını konu edinen ve sevgiye yer veren aşık Garib, Ercişli Emrah, Kerem ile Aslı, Karacaoğlan, Tufarganlı Abbas gibi romantik aşk hikayeleri ilk akla gelenlerdir. Ayrıca Köroğlu gibi kahramanlık hikayeleri vardır. Yaralı Mahmud, Necib ile Telli, Sürmeli Bey, Ali Şir ile Güllü, Latif Şah, Hasan Bey, Şehzade Sencer gibi anonim hikayeler de mevcuddu. Bunların pek çoğu içlerinde şiire nazma yer verdi. Bu hikayeler kara hikaye olarak adlandırılırlar.
Bütün bunların yanında yaratılışın sırrını sebeplere bağlamaya çalışan destan, masal, hikaye gibi unsurlarla beslenen daha ziyade mahalli olan efsanelerin anonim halk edebiyatımızda mühim yerleri vardır. Efsaneler daha çok inancı ilgilendirirler, fakat hurafelerle, batıllarla içiçedirler. Bu türler anlatışta masal veya hikaye gibidirler, ancak fazla uzun değildirler.
Masallara gelince, Türk dünyası, sınırları çok geniş olduğundan, Arap, Fars, Hint, Çin gibi komşu milletlerden çok etkilendi. Anadoluda yaşayan hikaye ve masallardaki bazı motifler Tütinamede yer aldı. Yine Celaleddin-i Rüminin 1204-1273 Mesnevisinde yer alan hikaye ve masallarda tamamen Türk yaşayışı ve hayat tarzı işlendi. Türklerin, bulunduğu bölgenin durumu gereği, Çin ve Hint kültür ve
geleneği ile temasları olmuştu. Bu durum Altun Yaruk dokuzuncu yüzyıl ile Palyanamkara, Papamkara hikayelerinde görülmektedir. Bunlardan ilki Çince, ikincisi ise Sanskritçeden Çince yolu ile geldi. Yine, yabancı Hint ve iran kaynaklarından gelen ve edebiyatımızda yer alan mensur Kelile ve Dimne ile Marzubanname çevirileri görüldü
Masalların daha ziyade sözlü gelenekte kalması, kültürümüzün bu yönü ile kaybolmasına ve zamanla ortaya çıkan değişikliklerin zaptedilememesine sebeb oldu. Masallar sözlü ve yazılı olmak üzere iki yönde varlıklarını devam ettirdi. Yazıya geçirilen metinlerin başında on üçüncü yüzyılda zaptedilen
Ahmed Harami Destanı, 16. yüzyılda Lamii Çelebinin Letaifi, Ali Aziz Efendinin 1796 yılında tamamlanan Muhayyelatı görüldü. Buna ek olarak on dört masalı ihtiva eden ve kimin tarafından kaleme alındığı bilinmeyen 1898 yıllarında George Jakobun gördüğü Billür Köşk adlı masal kitabı vardır. Masal derlemelerinde 20. yüzyıl içinde, diğer asırlara nisbetle daha da ileri gidilmiş ve çeşitli araştırmalar yapılmıştır.
Tekke edebiyatı
Hoca Ahmed Yesevi ile görülmeye başlayan tekke edebiyatı, 13.yüzyılda Yünus Emre, 14. yüzyılda Said Emre ve Kaygusuz Abdalla devam etti. On beşinci yüzyılda Hacı Bayram-ı Veli 1332-1429, Eşrefoğlu Rümi ölm. 1469 gibi tasavvuf ehli olan kimselerin yanında, tekke edebiyatı içinde tasavvufi halk şiirinin en önde gelen temsilcisi Kemal Ümmi ölm. 1475dir. Bu şairden başka, Yünus Emre veaşık Paşanın tesiri görülen, şiirleri Yünustan ayrılmayan ve Halvetiye tarikatına mensüb olan aşık Yünus ölm. 1440 ile Bursalı Derviş Yünus bu asrı dolduran diğer tekke şairleridir.
On altıncı yüzyılda Ahmed Sarban ölm. 1545, Üftade ölm. 1570 ve Ümmi Sinan ölm. 1568 tekke şiirinin belli başlı temsilcileridir. Yine bu asırda sade ve açık bir dil kullanan, Osmanlı düşmanı ve Şah taraftarı, kızılbaş, isyankar şair Pir Sultan Abdal da kuvvetli bir şairdir. On yedinci yüzyılda ise bu edebiyatı devam ettiren belli başlı şairler Halvetiyye tarikatının Mısriyye kolunu kuran Niyazi-i Mısri ile Sinan-ı Ümmi ölm. 1664 veÜftadenin talebesi Aziz Mahmüd Hüdai olup, her birinin çeşitli eserleri yanında divanları da vardır.
On sekizinci yüzyılda tekke edebiyatının en mühim şairi Gülşeni Şeyhi olan Sezai Efendidir. Sezai, asıl adı Hasan olup Edirnede yerleşti ve 1738 yılında öldü. Şiirlerinin büyük bir kısmını arüzla söylemiş olup dili açıktı. Ayrıca yine aruzla yazan ibrahim Hakkı Erzurümi ölm. 1772yi de tekke şairleri arasında saymak gerekir
aşık edebiyatı
aşık edebiyatı, Türk edebiyatı içinde islam öncesi devreden günümüze gelen önceleri kopuz eşliğinde şiirler söyleyen halk arasında büyük bir yeri olan, yerine göre hekim, sihirbaz, yerine göre şair-müsikişinas olan kamlar ve bahşıların bir devamı gibidir. Ancak islamiyet sihri ortadan kaldırdığı ve modern hekimliğin yolunu gösterdiği için bu kopuz çalan, müsikişinas kamlar, islam medeniyeti dairesine geçtikten sonra eski itibarını kaybetti, saz çalan ozan durumuna geçtiler. Bahşı ise sonradan, daha ziyade Timurlular devletinde katip yerine kullanıldı.
Bu şairlerin zaman zaman ordu içinden yetişmeleri, saraya yakınlıkları ve bazı paşaların halk şiiri ile yazıp söylemeleri, divan ve halk edebiyatını da birbirine yakınlaştırdı. Bu bakımdan Türk edebiyatı içinde 17. yüzyılda bir mahallileşme akımı başladı. Bu asrın divan şairleri açık Türkçe ile şiirler yazdıkları gibi, halk şairleri de divan şiiri tarzında yazdılar ve eserlerinde klasik edebiyatın dilini kullanmaktan çekinmediler. Bu yakınlaşmanın sonucunda 18. yüzyıl şairlerinden Nedim ve Şeyh Galib gibi divan edebiyatının büyük şairleri, divanlarında yer verdikleri, türküler bile yazdılar.
aşık edebiyatında her şair, şiirlerini sazla söylememiş ve her eline saz alan da şair olamamıştır. Gerçekte aşık sınıfı, şehir hayatının ortaya çıkardığı bir zümredir. Bu sebeple bunlar muntazam bir teşkilata sahib oldular. Esnaf teşekküllerinde çıraklığın önemi büyüktür. Bu sebeple saz şairleri belirli terbiye ve tahsilden geçtiler, usta-çırak usülüyle yetiştiler, zamanı gelince usta tarafından fasıllara alındılar. Diğer taraftan bu zaman zarfında, şehir hayatının kültür havası içinde islam tarihine, evliya
menkıbelerine, şiire ve müsikiye, klasik edebiyatta kullanılan motiflere ait bilgiler edindiler bunun da ötesinde, Mevlana, Hafız, Sadi gibi şairlerin eserlerine yabancı kalmadılar. Hatta bunlardan tahsil görüp katiplik yapanlar bile vardır. Önceleri sadece saz çalan bu şairler, sonraları sazın yanında çöğür denen çalgı aletini de kullanmışlardır. Şehir hayatı dışında, köy ve kasabalarda, aşiretlerde yetişen,
zaman zaman şehir aşıkları ile buluşan böylece bilgi ve görgüsünü arttıran köy ve aşiret şairleri de vardı. Bütün bunlar, klasik edebiyata paralel olarak, aşık tarzı ve aşık şiiri denen, kendi nevi içinde klasikleşmiş bir durum gösteren aşık edebiyatının doğmasına sebeb oldu. Böylece bu edebiyat mahsullerinin toplandığı, halk arasında şiir meraklılarının meydana getirdiği cönkler sığır dili, şiir mecmuası, bir çeşit antoloji ortaya çıktı. Cönkler, az çok aşık edebiyatına kaynaklık ettikleri gibi divan şiirine de yer verdi. Bkz. Cönk
aşıklar, yani saz şairleri hakkında, başta divan şairleri olmak üzere halkın ve aşıkların da çeşitli görüşleri vardır. Yüksek zümre edebiyatına mensup şair ve yazarlar, aşıkları küçük gördüler bu itibarla tezkirelerde şiirlerine yer vermediler. Bir kısım halk saz şairleri olan aşıkları Hak aşıkları ile karıştırmış, bu yüzden onların ilham olarak ilahi bir kaynağa bağlı olduklarına inanmıştır. aşıklar da kendilerini kalem şuarasına karşı irticalen, yani düşünmeden, gönlünden doğduğu gibi, diline geldiği şekilde, saz eşliğinde ve bir topluluk karşısında söylemek yönlerinden üstün gördüler.
Yüzyıllara göre ele aldığımız zaman aşık edebiyatı şairlerinin, 15. yüzyılın sonlarında ve 16. yüzyılın başlarında ortaya çıktıklarını görürüz. Bu devirde yaşayan bahşı ve ozan adlı şairler edebiyatımızda, bilindiği kadarı ile bunların ilk temsilcileridir. Asıl 16. yüzyılda Kul Mehmed, Öksüz Dede, Hayali ve Köroğlu meşhur saz şairleridir.
On yedinci yüzyılda aşık Edebiyatı bir hayli şair yetiştirdi. Bunların başında Karacaoğlan gelmektedir. Ayrıca, aşık Ömer, Katibi, Gevheri, Kuloğlu, Kayıkçı Kul Mustafa bu yüzyılın dirayetli halk şairleridir. Bunlardan aşık Ömer ve Gevheri katiplik yapmış divan sahibi şairler olup aruz vezniyle de şiirler yazdılar.
On sekizinci yüzyılın saz şairleri bir önceki asra nisbetle azdır. Bu asırda Ermeniler arasından saz şairleri çıktı. Aşug olarak anılan bu şairlerin önde gelenleri aşık Vartan ile Recnünidir. On dokuzuncu yüzyılda ise Erzurumlu Emrah, Dertli, Bayburtlu Zihni, Seyrani ve Dadaloğlu gibi kuvvetli şairler vardır. Bunların çoğu aruz vezni ile de şiirler yazdılar. Cumhüriyet devrinde halk şairlerine gösterilen ilgi azalmışsa da son zamanlarda itibar görmeye başladılar.
aşık edebiyatı nazım şekilleri olarak koşma, destan, semai ve varsağı kullanırken nazım türü olarak da güzelleme, taşlama, koçaklama ile ağıtı görürüz. Tekke edebiyatının nazım türleri ise ilahi, nefes, nutuk, devriye ile şathiyyat-ı süfiyanedir. Ayrıca halk şiiri nazım şekillerinin bazıları aruz vezni ile yazıldı. Bunlar divan, semai, kalenderi, selis, santranç ve vezn-i ahardır.
Bunların dışında anonim olan, mani ve türkü gibi nazım şekilleri vardır. Mani ve türküye nazım türü de denilebilir. Yine anonim edebiyat içinde ninni gibi manzum olan atasözü, tekerleme, bilmece gibi seci tarafı ağır basan yarı manzum türler de görüldü. Bu türler de Türk halk edebiyatı içinde eskiden beri yer aldı. Atasözlerinin toplandığı durub-ı emsal adı ile anılan mecmüalar ortaya kondu. Dede Korkut gibi pekçok edebiyat malzemesinde atasözlerine yer verildi. Yerine göre divan şairleri şiirlerinde atasözlerini kullandılar. Tekerlemeler ise, başlı başına kullanıldığı gibi, masal ve halk hikayelerinin başlarında yer aldı.